Günümüz Türkiye’sinde, hitaptaki üsluptan ötekiye bakışa, sanattan mimariye yerleşmiş ve kabul
edilebilecek bir estetik yapıdan bahsetmek zor.

Estetik kaygı, yerleşikliğin, haliyle uygarlığın göstergesidir. Bu kaygıyı tüm inşa ve imar faaliyetlerinde görmek, bunun yanı sıra üzerinde yaşanılan toprakları abad etmek en temel göstergedir. İbn Haldun’dan Toynbee’ye kadar tüm medeniyet teorisyenleri tam da bu çerçeve içinde bir Grek, bir Roma, bir İran, bir Mısır, bir Hint, hatta bir Çin estetiğinden bahsederler. Örneğin Greko-Romen dünyada şehirleşme bu estetik kaideler içinde tezahür eder. Her şeyden önce şehrin merkezi, biri kuzey- güney, diğeri doğu-batı ekseninde tam ortadan birbirleriyle kesişen iki yolla belirlenir. Başka bir deyişle meydanların, kamu binalarının, ibadethanelerin yerleri bu yollar sayesinde bellidir; şehir bu yollar etrafında genişler ve büyür. Aynı zamanda katı bir imar ve bayındırlık yasasına tabidir.

KADİMİN ESTETİĞİ

Bundan başka eski Yunan kaynakları bir ütopya olarak daire şehirlerden bahseder. Yanlış hatırlamıyorsam Platon kadim Atlantis’i daire şeklinde bir şehir olarak hikâye eder; kendi siyasi ütopyasını kurduğu Devlet adlı eserinde de Kallipolis’ini (güzel şehir) yine bir daire olarak tasavvur eder. Halife Mansur (754-775) zamanında kurulan Bağdat şehri de (Platon’dan mülhem olacak ki) yine daire şeklinde tasarlanmıştır; bu yüzden diğer adı Medinet-ül Müdevveredir. Sözün özü, bir Akdeniz estetiğinden, bir yakın doğu estetiğinden, bir yerleşik hayat estetiğinden bahsetmek tarihin gereği olarak mümkündür, ancak bedeviliğin-konargöçerliğin estetiği olmaz. Burada asıl olan hayatta kalmak çabası iken, medeniyet sahası içinde asıl olan lüks tüketim, nezaket, yazılı kültür ve tartışma meclisleridir.

İBN HALDUN’DAN BİR ALINTI

Bu noktada İbn Haldun şöyle söyler:

“İnsanların, sanatlardan en uzak olanları Araplardır. Bedevilik bunların iliklerine işlemiştir. Hadari umrandan bunun gerektirdiği sanatlardan ve diğer hususlardan çok uzak kalmışlardır. Diğer yandan Arap olmayan ( Çin, Hindi, İranlı gibi) doğuluların ve Akdeniz’in karşı geçesindeki Hristiyan milletlerin hadari umran ruhlarına işlemiştir. Arapların ana vatanlarının ve İslam döneminde istila ettikleri yerlerin umumi olarak sanatlar bakımından geri olduklarını görmekteyiz.”

Arapların medeniyet kurma ve kültür meydana getirme hususunda beceriksizliklerinin altını çizen İbn-i Haldun, ele geçirdikleri şehirleri ve oradaki medeniyetleri harap ettiklerini ısrarla belirtir. Bugün IŞİD, El-Kaide, El-Nusra gibi örgütlerin arkeolojik alanları ve müzeleri ne hale getirdiklerini biliyoruz.

ESTETİĞİN YASALARI

Estetik, şahsî, keyfe göre belirlenen bir olgu da değildir. Örneğin kadim dünyada bir sütun başının, bir hamamın, ya da bir kamu binasının nasıl inşa edileceği mimari teamüllerle belirlenirdi. Tam da bu noktada beş temel unsurdan bahsedilir: İhtişam, parlaklık, çeşitlilik, zarafet ve düzen. Bu unsurların herhangi birine bihakkın katkıda bulunmayan bir eser “güzel” sayılmazdı; diğer belirleyiciler ise oran, ışık ve aşktır. Başka bir deyişle orantısallık, yani matematik “güzel” üzerinde söz sahibidir. Evrensel olan da bu matematikselliğin içinde saklıdır. Evrenselliği yakalamak derin bir edebiyat bilgisi gerektirir; bu bilgi bizim gustomuzu yani zevkimizi belirler. Zevkin bireydeki karşılığı derin bir görgüdür ve bu görgünün elinden artık estetiksiz bir eser çıkması hayli zordur. Kuracağı şehirden söyleyeceği sözden insana verdiği değerden kısacası var oluşundan etrafına bir ışık gibi saçılır; zamanın ve çağının belirleyicisi olur; dahası asırlara seslenir ve gelecek nesilleri yeniden yaratır.

Bayramınızı kutlarım.