Gönül ehli birine sormuşlar: Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?”  Farkı göstereyim demiş; önce sevgiyi dilden gönle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuş yerine. Derken, sıcak çorbalar gelmiş, ellerine ise bir metre boyunda kaşıklar verilmiş. Gönül ehli zat, Bu kaşıkların, ucundan tutarak yiyeceksiniz diye bir de şart koşmuş. Peki, demişler ama kaşıklar uzun geldiğinden, döküp saçmadan bir türlü ağızlarına götürememişler. Bakmışlar ki beceremiyorlar, sofradan aç kalkmışlar.

Sonra yüzleri aydınlık, sevgiyi bilenler davet edilmiş sofraya. Her biri uzun kaşıklarını çorbaya daldırmış ve karşısında oturana içirmiş. Böylece hepsi de karınlarını doyurmuşlar ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

Gönül ehli zat:

“İşte kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim yekdiğerini düşünür doyurursa, o da yekdiğeri tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz şunu da unutmayın; hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman” demiş.

ATALARIMIZIN HATIRLATTIKLARI

Geçen hafta üzerinde durduğum edep kelimesinin etimolojisinden hareketle söyleyelim; dünya sofrasına bizler davet edildik. Kutsal kitapların vurgusuna göre, bu sofra, sevgi (rahmet) esası üzerine kurulu; bu sofrada nasıl oturacağız, neleri yiyip içeceğiz, ne zaman bu sofradan kalkacağız, sofranın asli sahibiyle olan ilişkimizi nasıl geliştireceğiz gibi sorular varoluş kaygısı olan her insanın asli sorularıdır. Tam da bu noktada kültürümüzün sofra adabını hatırlamamız gerekiyor; atalarımızın dereleriyle, tepeleriyle, topraklarıyla, hayvanlarıyla kurdukları bağları. Evet, sofra deyip geçmeyin; oturma düzeninden sunumuna, israftan aşırılıklara, konuşma/dinleme adabından şükrüne/teşekkürüne varıncaya kadar, hayatın egzersizlerini tecrübe ettiğimiz yerdir o. Doğanın bahşettiklerini içimize katarken, hayat boyu düstur edinmemiz gereken davranışları da öğreniriz onda.

KENDİNİ UNUTTURAN TÜKETİM

Kaşıkları üretenler, daha çok nasıl yemenin derdine düştüler. Uzun kaşıkları ellerine tutuşturarak, onları sınavdan geçirecek anlayışı üretemedi günümüz dünyası. Gelecek kuşaklara bırakacağımız mirası egoistçe tüketen güçler, yer altı-yer üstü tüm kaynakları hoyratça çarçur ediyor. Daha çok kazanmak ve daha çok tüketmek üzerine kurgulanan yaşam anlayışı, varlığa (büyük sofraya) edeple bakmayı, edeple oturmayı ve edeple kalkmayı unutturdu. Doğa, insanı hâlâ bağrına basıyor; fakat yarınımız belirsiz, sofra tahrip edilip küçüldükçe insanlar daha da vahşileşiyor. Öte yandan doğaya yapılan her tahribat bedenimizi vuruyor. Kanser başta olmak üzere pek çok hastalık, yeryüzü sofrasına verilen zararla ilintili. Havayı, suyu, toprağı zehirleyen insan kendini yok ediyor.

BEŞ ASIRLIK DÜZEN

Üretim teknolojisi ve tekniklerinin gelişmesi, sermaye birikiminin ön plana çıkmasıyla, düzen, aşağı yukarı son beş asırdır kâr ve sermaye üzerine kuruldu. Başka bir deyişle geleneksel dünyada kralların, lortların, derebeylerinin, feodal beylerin, ayanların yerini yenidünyada sermaye sahipleri almaya başladı. Böylece sanayileşme, şehirleşme, globalleşme gibi kavramlar, özellikle son bir buçuk asırda tüm dünyamızı değiştirdi. Serbest piyasa, sıradan insanlara yönetimde ve üretimde söz sahibi olmayı sunsa da bireysel çıkar her şeyin önüne geçti. Görgü, edep, adabı muaşeret gibi insanı inşa eden kavramlar ise aristokrasi malikânelerinin, üniversitelerinin duvarları içine hapsoldu. Sıradan vatandaş aydan aya maaşını bekleyen bir robot haline geldi; bu sınıf için sadece para getiren faaliyetler ön plana çıkarıldı. Soru sorma, öğrenme, felsefe gibi temel var oluş kaygıları geri plana itildi. Hem bedeni, hem ruhu, hem de insanı insan yapan temel yapıyı bağlayacağımız zemin kayboldu. Böylece işiyle evi arasında sıkışan insan yeryüzü sofrasını unuttu. İşte belki de bu yüzden Cumhuriyet’in ortaya koyduğu aydın vatandaş çerçevesi içinde dünya sofrasındaki konumumuzu, varlıkla olan ilişkimizi, edebi temel alarak yeniden gözden geçirme zamanı. Ne diyor Yunusumuz:

Girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep,
Dediler ilim geride, illa edep illa edep.