On dokuzuncu asır, ideolojilerin ve “izm”lerin asrı olarak bilinir. Bu kısmen doğru olsa da eksik bir bilgidir; zira ideolojiler tarihin her döneminde var olmuştur. Yuvel Noah Harari’nin de vurguladığı gibi toplumları bir arada tutan harç, ideolojilerdir. Bunlar kâh siyasi olur, kâh din üzerinden yürür ama amaçları aynıdır. Adeta karınca yuvasını veya arı kovanını organize eden kraliçe karınca ya da arı gibidirler. Örneğin Roma İmparatorluğu’nun beşinci asırdaki çöküşünden sonra Avrupa’nın tedrici oluşumunda Hıristiyanlığın ideolojik birleştirici yönü yadsınamaz. Hakeza, pagan dinlerin çöküşünün ardından İslam’ın toplumsal çimento oluşu tarihsel bir gerçektir. Her ne kadar ayrıştırıcı özellikleri olsa da, kitlesel bir tutkal oluşu günümüz dünyasının vaktiyle temelini atmıştır. Ancak son tahlilde, dinsel ideolojiler 19. asırda yerlerini seküler ideolojilere bırakmışlardır. Liberalizm, Marksizm, nasyonalizm, anarşizm, faşizm gibi akımların çıkış noktası da yine aşağı yukarı bu yüzyıldır.

TÜRKİYE’DE SİYASİ AKIMLAR VE POPÜLİZM

Bu akımların, Osmanlı’dan itibaren coğrafyamıza yansıması kaçınılmazdı. Örneğin Namık Kemal, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Mehmet Akif gibi isimler, temel köprülerdir; bu ideolojik yansıma dört ana başlık altında gerçekleşmiştir: Batıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Osmanlıcılık. Cumhuriyetimizin kurucu babaları Batıcılık akımının temsilcileri olmakla beraber, içlerinde farklı fikirlerin temsilcileri de vardır. Fakat çok partili hayata geçişimizle birlikte Türkiye’de popülist bir İslamcı merkez oluşmuştur. Demokrat Parti’den tutun da Adalet Partisi’nden Milli Nizam’a kadar çok partili yaşamımız bu popülizm çerçevesi içinde okunmalıdır. Entelektüel isimlerimizin oluşumunda da keza bu ideolojiler etkin olmuşlardır. Özellikle ilahiyat ve edebiyat fakültelerimizdeki hakim ideoloji ise aynı popülist anlayışın doğurduğu kısır bir bilgi hamallığına yol açmıştır. Sonuç ortada: Bugün kültürel ve sosyal alanda çektiğimiz pek çok sıkıntının ardında, bu popülist politikalar ve düşünce hayatı vardır.

DÜNYA NEREYE GİDİYOR? 

Uzatmaya gerek yok; son beş yazıdır altını çizmek istediğim husus, hamallık ve nakilcilik ile modern dünyanın bilgi üretimine yetişmemiz zor. Artık dünya, üretim biçimleri, üretim ilişkileri, şeffaf siyaset, özgürlükler ve GSYH istatistikleri üzerinden okunuyor. Entelektüel düşünce, yapay zekayı, derin öğrenmeyi, büyük veriyi, giyilebilir teknolojileri, doğa dostu enerji kaynaklarını, yeşil şehirleri ve tıp da dahil olmak üzere üç boyutlu yazıcıları üretiyor ve tartışıyor. Bu pespayelikle biz hâlâ yolsuzlukların önüne geçmeyi, sosyal devleti, fırsat eşitliğini, ifade özgürlüğünü konuşuyoruz. Hâlâ din-devlet ilişkisi, insan hakları, kadın konusu gibi hususlarda çağın öngördüğü ilerlemeyi başaramadık; İslamcılar ise ahlak zabıtalığından öteye geçemediler. Koca koca üniversite hocaları ya da siyasiler cehalete güzellemeyle meşgul. Hâlâ bu ülkede yasaklarla bir yere varılacağına inananlar var! Örneğin Wikipedia hâlâ kapalı, neden kapalı olduğunu bilen var mı? Dünyada Twitter’ı, YouTube’u kapatan nadir ülkelerdeniz.

İşte tüm bu anlattıklarıma ideolojik körlük diyorum. Şunu da söyleyelim, ideolojisiz insanın olmadığının farkındayım; lakin bu bir dayatmaya, bu bir çıkar savaşına ve bu bir güç istencine dönüşünce, toplumların önünü kesiyor ve dayanılmaz bir hale geliyor. Kendisine benzemeyenleri, sapkın, dinsiz, vatan haini, dönek vb. suçlamaları yapanlardan ortalık geçilmiyor.

Demem o ki; 21.yy Türkiye’sinin mücadelesi şöyle şekillenmeli: Daha çok özgürlük, daha çok şeffaflık, daha çok hoşgörü, daha çok üretim ve üniversal ölçekte daha çok eğitim; hepsinden önce ise adalet ve hakkaniyet.