İktidara yakınlık, çoğu zaman, düşünce insanının kendisi olmasına izin vermez. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Kimine göre iki, kimine göre çok yüzü olan Gazâlî, yaşadığı dönemlerde devletin ileri gelenleriyle sıkı bir ilişki içindedir. Dönem hayli çalkantılıdır; Haşhaşi tarikatının lideri olan Hasan Sabbah rüzgarı esmektedir. Bâtınîlik her yerdedir. Dönem, Mısır’daki Şii Fatımilerle İran ve Irak’taki Sünni Selçuklular arasında ideolojik bir savaşa sahne olmaktadır. Bu savaşta Gazâlî, ilahiyat birikimini Selçuklu Hanedanı’na siyasi meşruiyet sağlamak için kullanmıştır. Nizamiye Medreselerinin kurucusu Nizam’ül Mülk’ün (ki Gazâlî’yi medreseye atayan kişidir) ve ardından hükümdar Melikşah’ın gizemli ölümü, taht kavgaları, iç savaşlar Gazâlî’yi tedirgin edecektir ve ruhen ve bedenen rahatsızlanacaktır. Fakat şöyle yaklaşanlar da vardır: “Gazâli’nin kelam, felsefe, Bâtınîlik ve tasavvuf hakkındaki son çalışmalarının kendisini ulaştırdığı sonuç, onun zihin ve ruh dünyasında kelimenin tam anlamıyla bir bunalıma yol açtı”. (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)

GAZALİ’NİN İNZİVA DÖNEMİ

Gazâlî, Bağdat’tan ayrılmak ister ve böylece bir inziva dönemi başlar. Kendisini tasavvufa verir. Bâtınîlikle ilgili kitaplarını, İhya-u Ulumi’d-Din ve Kimyâ-yı Saâdet’i bu dönemde yazar. Nişabur’daki Nizamiye Medresesi’ne atanmasıyla, ikinci öğretim dönemi başlar; fakat kendisini atayan Fahr’ül Mülk’ün öldürülmesi ve sağlık sorunu medrese öğretimini ikinci kez bırakmasına neden olur.
Tus’a dönen Gâzalî ömrünün sonuna kadar ilimle meşgul olur. İslam Hukuk Metodolojisi kitabı El-Mustafa’yı bu dönemde kaleme alır.

TARTIŞMALI BİR ULEMA

Gazâlî’nin İslam düşüncesine katkıları göz ardı edilemez. Fakat o bir filozof ya da bir düşünürden ziyade bir ideolog gibi tutum takınmıştır. Dönemin ideolojisini belirleyebilmek için felsefenin tüm araçlarını kullanmış ve nihayetinde felsefenin rafa kalkmasına ön ayak olmuştur. Mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez diyen de Gazâlî’dir; “Şer’in doğrudan teşvik etmediği ve yönlendirmediği matematik, hendese (geometri) ve astronomi gibi “sırf akli” olan ilimler. Bu tür ilimler, istikrarsız aldatıcı zanlar ile yararsız doğru bilgiler arasında yer alır. Yarar sağlamayan ilimden Allah’a sığınırız, Menfaat, yok olup gidecek olan şu andaki arzularda ve nimetlerde değildir, gerçek menfaat ahiret yurdunun sevabıdır diyen de. (Mustasfâ-Cilt-1). Bu noktada Prof. Dr. Hüseyin Atay: “Gazâli, dağınık fikir ve bilgi sahibi birisi olarak görünüyor. Kavaid’ul Akaid’de tam akla karşı bir Eş’ari ve Hanbeli oluyor. El- iktisad ve Me’aric’ul Kuds’de tam bir Mutezili ve Maturidi olarak akıl ve şeriatı aynı ve eşit, hatta aklı şeriatın temeli sayıyor. Böylece ortada kalıyor; bir terkibe ve bir bütünlüğe gidemiyor” der. Diğer taraftan, Gazâlî deyince akla gelen ve bolca zayıf hadis içeren İhya-u Ulum’ud Din’in neredeyse her evde bulunması, iktidar-toplum-din ilişkisi bağlamında çözümlemeler yapılmasını gerektiren bir durumdur.

FELSEFEYİ YIKMAK

Gazâlî kimine göre eleştirilemeyecek kadar büyük bir âlim, kimine göre ise İslam dünyasının içinde bulunduğu geri kalmışlığın tek sorumlusu. Çöküşü bütünüyle Gazâlî’ye yıkmak, sonradan gelenleri aklamak olur. Zira olması gereken, onu takip edenlerin, Gazâli’yi ve hatta Gazâli’nin eleştirdiği filozofları aşmak olmalıydı; aklı/düşünceyi nakilciliğe boğdurmak değil. Bu, meselenin ayrı bir boyutu. Fakat Gazâli’nin safsata dediği felsefeden adım adım uzaklaşılmasındaki rolü inkâr edilemez. Nitekim İbn-i Rüşd’ün kitapları 1195’te yakılacaktır ve böylece düşünce İslam dünyasından kovulacaktır.

Gazâli’nin bizi getirdiği yer felsefe tarihinin kadim sorusudur. Dinin olduğu yerde, sorgulamaya, yani felsefeye gerek var mıdır? Yapısı gereği felsefe sınırsız sorgulamayı gerektirir; oysa Gazâli’nin içinde bulunduğu siyasi-dini örgütlenmenin sorgulanmaya tahammülü yoktu. Asıl olan ideolojik meşruiyetti. Belki de Gazâli’yi bu tarihsel bağlam içinde değerlendirmek gerekir. Sadece Gazâli’yi mi? Dini metinler üzerinden yapacağımız tüm çözümlemelerde bu gerçeği göz ardı edemeyiz.

Tarihin önümüze koyduğu bu bilgi birikimi ile günümüz Türkiye’si ve İslam Dünyasında yürütülen siyaset arasında bir paralellik yok mudur? Siz ne dersiniz?

Devam edecek.