İnançları belirleyen Tanrı tasavvurudur; Tanrı tasavvurunu ise peygamber tasavvuru şekillendirir. Başka bir deyişle, Tanrı’nın algılanış biçimi, iman sahasını belirlediği gibi yaşam şeklini de belirler. Elbette insan, aklî çıkarımlara dayanarak Tanrı’yı bulabilir. Kur’an-ı Kerim, İbrahim Peygamberin, aklını kullanarak Allah’ı bulma arayışını/aşamalarını anlatır. (En’am / 76-79)  Keza Maturîdî’nin kelam sistemi de bu anlayışa dayanır; Allah’ın sıfatlarının fiziki âlemde tezahür ettiğini, dolayısıyla Allah’ı bilmede, zatının değil, sıfatlarının takip edilmesi gerektiğini söyler ve bu zeminde bir metafizik sistem önerir. Keza İbn Tufeyl de (12. yy) Hayy Bin Yakzan romanında aynı konuyu işler. Bu ayrı bir yazı konusu...

OLGU VE MANA

Tanrı ve peygamber tasavvuru arasında güçlü bir bağ vardır. Dolayısıyla kişi nasıl bir inanç sahasında ise bunu belirleyen Tanrı algısı o kişi için hayati hale gelir; peygamber ise algımızın köprüsüdür. Öte yandan tasavvur, zihinde canlandırmadır, bir tasarıdır, bir imgedir, bir ipucudur (bazen sanı dahi olabilir); ama asla Tanrı’nın kendisi değildir. Tasavvurun hakikati, gerçeklik düzleminde ortaya çıkmaz, yani eşya gibi zihinlerimizde karşılığı olan bir gerçeklik olamaz ve tasavvur olarak kalır.

Allah, kişilerin zihinlerine, ben şöyleyim diyerek gelmez. Tasavvurumuzu dış deneyimlerimiz oluşturur; yaşanılan coğrafya, toplumdaki kültler, entelektüel kapasite ve hatta kişinin profesyonel alanı belirleyicidir. Bir bilim insanının Tanrı tasavvuru ile tarlasında çalışan bir köylünün tasavvuru farklıdır. Geleneği körü körüne takip edenlerle, Hz. İbrahim misali, sorgulayarak bulanların tasavvurları da aynı değildir; çabalayarak bulanla hazır yiyen bir olamaz. Dolayısıyla ne kadar insan varsa belki de o kadar Tanrı tasavvuru vardır. Peygamberler bu çoklu tasavvuru, ortak bir tasavvura dönüştürmek için aracı kılınmıştır.

Toplumlar, peygamber olarak kabul ettikleri kişilerin anlattığı Tanrı’ya inanırlar ve onların tasavvuru üzerinden kendi tasavvurlarını oluştururlar. Ancak peygamberlere iletilen mesajlar da farklı otoritelerce farklı şekillerde yorumlandığı için tarih boyunca farklı algılayış biçimleri ortaya çıkmış, teolojik pek çok tartışmanın zemini olmuştur. Bu noktada kutsal metnin yorumunun hangi toplumsal şartlar içinde ve nasıl çıkar ilişkileri bağlamında yapıldığı da çok önemlidir. Dolayısıyla Ebu Hureyre’nin tasavvuru, Zünnûn-i Mısri’nin tasavvuruna benzemez;  Zemahşeri’nin tefsiri Taberi’nin tefsirinden farklıdır; keza gerçek bilginin akıl yoluyla elde edileceğini söyleyen İbn Rüşt ile İbn-i Arabi felsefesi arasında büyük fark vardır.

ABARTMANIN RETORİĞİ

Peygamber, kutsal olanla irtibatı olan bir beşerdir. Ancak bu beşer, diğer beşerlerden ayrı bir statüye sahiptir:De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim, bana Tanrınızın tek Tanrı olduğu vahyedilmiştir” (Fussilet/6) Ancak sakın ola benden önceki peygamberlere yaptıkları gibi beni aşırı övmeyin/kutsamayın uyarısı yapar Hz. Muhammet. Buna rağmen, bir tarafta sevgi, saygı ve onu yüceltme arzusu, diğer tarafta istismar, çıkar kaygısı ve iktidar kavgaları ile ortaya çıkmış onlarca peygamber tasavvuru vardır. Kimi tenine, terine, giyim tarzına, saç kılına kutsiyet atfederken, kimi ağzından çıkan her sözü Kur’an ile eş değer tutmuştur. Kur’an’ın ortaya koyduğu beşer-resul peygamber tasavvuru, cahilî peygamber tasavvuruna yenik düşmüş, ikazına rağmen diğer peygamberlere yapılanların hepsi Hz. Muhammet’e de yapılmıştır. (Günümüzde selefiliği besleyen temel yanlışlardan biri budur.)

GÜNCEL YARA

Her peygamber, bir zamanın ve bir mekânın insanıdır ve böylece beşer-tarihsel konumunu da muhafaza eder. Dondurulmuş, tek bir yoruma hapsedilmiş, bunlardan da öte tek bir kültüre mahkûm edilmiş peygamber tasavvuru, suiistimallerin önünü açıyor. Hz. İsa’ya yapıldığı gibi, Peygamberimizi de insanlığın temsilcisi konumundan çıkartıp, Tanrı’nın temsilcisi/kendisi konumuna taşımak, yani peygamberi beşer üstü konumlandırmak, peygamber- insan ilişkisine yeni aracılar katmayı doğuruyor; böylece kutsanan şeyhler/cemaat liderleri/hocaefendiler gibi temelsiz makamlar (ruhban sınıfı) yaratılıyor. Günümüz Türkiye’sinin temel yaralarından biri de budur.