Özgürlük, eşitlik, kardeşlik (hürriyet-müsavat-uhuvvet) ve adalet temeline dayalı sosyal hukuk devleti olmak, modern siyaset bilimi gereğidir. Kadim kültürlerde bu kavramlar yoktu; kurumların belirleyici tek unsuru din ve iktidarı Tanrı’dan aldığını iddia eden klasik siyasi elitlerdi. Dolayısıyla kutsal kitapların mesajını bu bağlam içinde okumak gerekir.  Anadolu’nun gerçeklerine gelirsek; Anadolu insanına has olan İslami yaşayış ve Türk tarihinden gelen Türk kültürüdür. Bir devlet, tarihinden edindiği tecrübeyi gelecek idealiyle yoğurarak devamını sağlayabilir. Atatürk’ün yaptığı da budur; son yüzyıl içerisinde, bu tecrübelerin somut olarak ideale dönüştüğü fikirleri bünyesinde toplayan Cumhuriyeti kurarak devletin sacayaklarını Modernite-ulus devlet temeli üzerine oturtmuş, ne kültürüyle ters düşmüş, ne de gelecek vizyonundan vazgeçmiştir: “Hilafetin mana ve mefhumu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin mana ve mefhumunda mündemiç bulunduğundan, hilafet makamı mülgadır.” 431 sayılı bu kanun (3 Mart 1924) yukarıda anlatmaya çalıştığım çerçevenin özetidir. Hilafet makamının İslam itikadıyla alakalı olmadığını geçen hafta belirtmiştim. Aslında siyasi ya da toplumsal sorunlarımızın temelinde yatan husus, kavramların ya da şey’lerin iç gerçekliğini tartışamıyor, hatta bilmiyor oluşumuzdur. Bunu geliştirmenin yolu da uygar dünyanın ulaştığı seviyenin manasını kavramaya çalışmaktır; bu dahi yetmez, kendi değerlerimizi dünyanın ulaştığı o seviyeden yeniden okuyabilmektir. Medeniyet dediğimiz şey de budur, geçmişe öykünmek değildir.

İSLAM DÜŞÜNCESİNDE AKILCILIK

Aidiyetlerimizi, bağlılıklarımızı, içinde yer aldığımız anlayışları sorgulamayı zül sayan tutum terk edilmediği sürece bir adım ilerlemek mümkün değildir. Atatürk’ün, Hanefî/Mâturidî anlayışını merkeze almasının ardında (ki talimatı bu yöndedir), araştıran-sorgulayan Müslüman kimlikler oluşturma iradesini görürüz. Ebu Hanife ve Mâturidî’nin ortak özelliği de (nakilci değil) akılcı olmalarıdır.

Atatürk, fosilleşmiş sorunların farkındadır, çocukluk arkadaşı Asaf İlbay nakleder:

“-Paşam din hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum.”

Atatürk:

-“Din vardır ve lazımdır. Temeli sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi. Fakat bina uzun asırlar ihmale uğramış, harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya, dokunulamaz, tamir edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve zamanla sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hâsıl olacaktır.”

TOPLUMSAL TIKANMA VE YOZLAŞMA

Müslüman dünyanın sorunlarına vakıf olan ilahiyatçıların görüşü de Atatürk’ten farklı değildir: “Din alanındaki can yakan olumsuzluklar gözümüzün önünde cereyan ediyor ve hepimizi mahcup eden bir hal alıyor” diyen Ali Bardakoğlu gibi. Atatürk’ün işaret ettiği çatlaklar bugün çok daha derinleşmiş vaziyette. Bunları kimse görmezden gelemez; değişmek/dönüşmek ve içinde bulunduğu krizden kurtulmak zorunda Müslümanlar. Toplumu bozguna uğratanların bu alanı nasıl suiistimal ettiği de aşikar; 1923’te Atatürk şu uyarıyı yapar:

“Bizi yanlış yola sevk eden soysuzlar bilirsiniz ki çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.”

ATATÜRK VE MODERNİTE

Demem o ki aydınlanma son üç asrın gerçeği; Batı, içinde bulunduğu felsefi krizi böyle aştı. (Bugün modernitenin krizleri ise başka bir gerçeklik ve yazı konusu)  Soru şu: Müslüman kalarak bu aydınlanmayı nasıl başaracağız ya da yolun neresindeyiz? Biz Türkler, İslam’ı sadece bir din olarak değil, bizi biz kılan bir kültür olarak da görüyoruz. Ancak, ne Arap emperyalizmine-kültürüne-petrolüne teslim edelim kendimizi ne de kimliksiz-kişiliksiz bir taklitçiliğe talip olalım. Cumhuriyetin kuruluş yıllarının ciddiyetiyle örtüşen, modern siyaset biliminin ve uluslararası ilişkilerin gerekleri ve Anadolu’nun geçmişi bize yeter.

Çağı ve çağları tahlil etmek ciddiyet ve bilgi ister, ön yargılardan arınmayı şart kılar. Bu bağlamda Atatürk’ü ve arkadaşlarını Osmanlı çağdaşlaşmasının son ayağı, modern Türk devletinin de ilk ayağını teşkil eden bir köprü olarak okumak bu ciddiyete, bu birikime ilk adımdır. (Bitti)