CANIMI SIKAN ŞEYLER

AKP’li olunca katliama alkış tutmak zorunda kalırsınız


Türkiye’nin duyarlı insanları aylardır ayakta.
Başta Kazdağları olmak üzere Türkiye’nin pek çok yerindeki ormanlar “Altında çok kıymetli madenler var, buradan büyük para kazanacağız” denilerek katliama uğruyor.
İktidar iş başına geldiği günden beri, yeşile, doğaya, güzelliklere düşman bir tavır içinde, gözü sadece para görerek tüm değerlere saldırıyor.
Önceki gün Kazdağları’nda yapılan eyleme on binlerce kişi katıldı.
Her kesimden, her siyasi görüşten, her yaştan insanlar, yüreklerindeki doğa sevgisini dağın başında korkmadan dile getirdiler.
Bu duyarlılığa katılmayan tek siyasi görüş var. O da AKP.
Türkiye ayağa kalkmışken AKP adına yapılan açıklamada akıl almaz ifadelere yer verildi.
AKP’li Bülent Turan yaptığı açıklamada, “Bugün şehrimize Kazdağları hassasiyeti için geldiğini iddia eden misafirlerimizin hiçbirinin aklına, ‘2 yıldır ağaç kesilirken eylem yapmadık da kesim bittikten sonra eylem yapıyoruz, bugün eylem yapmanın ağaçlara faydası yok. Peki kime faydası var?’ diye sormak gelmedi mi?” diye sordu.
Muhtemelen AKP’li milletvekilinin dünyadan haberi yok.
Kazdağları için insanlar yıllardır mücadele ediyor, gösteriler yapıyor, seslerini duyurmaya çalışıyor.
İktidar ne yapıyor?
Ya kulak tıkıyor hiç olmamış gibi davranıyor ya da halkın üzerine polisi, jandarmayı salıp su sıktırıyor, gaz fışkırtıyor.
Velev ki halk bütün bu ağaçlar kesildikten sonra uyandı ve eylem yaptı.
İnsanların gecikmesi doğa katliamı için gerekçe olabilir mi?
Bu milletvekili bu soruyu anlayamayabilir, atlayayım.
AKP’liye göre, maden sahası Kazdağları’nda değil. 40 km uzaklıktaki Kirazlı Balaban Tepesi’ndemiş. İlk ruhsat 12 Mart 2001 tarihliymiş ve AKP daha kurulmamış bile.
Bu şahıs, insanların o tarihten bu yana mücadele ettiğinden habersiz.
Velev ki ruhsat AKP’den önce verilmiş olsun. Bu durum doğa katliamı için gerekçe olabilir mi?
Bu soruyu da muhtemelen anlamaz, geçeyim.
AKP’li milletvekilimiz, “Kesilen ağaç sayısı asla 195 bin değil, 13 bin. Şimdiden 2 farklı noktada 14 bin yeni fidan dikildi” diyor övünerek.
Velev ki kesilen ağaç 195 bin değil, 13 bin az mı? Ayrıca bu vekil zahmet edip görüntüleri de mi izlememiş?
Bu soruyu hiç anlamaz.
Saçmalığın dik alası ise “14 bin yeni fidan dikildiği” sözü. İyi de madem kesilenden daha fazla ağaç dikildi, o koskoca dağ niye çırılçıplak?
Ve en sonunda bu vekil, “Eğer bir şey eleştirilecekse, karşı çıkılacaksa bunu da en iyi AKP yapar” mantığı ile “Son olarak keşke firma ve diğer ilgililer süreci daha iyi yönetebilseydi. Şehrin dinamiklerini, tüm partileri, STK’ları, muhtarları alanda misafir ederek bilgi verse, bu adımın bir ülke kazanımı olduğunu izah edebilse, kimsenin aklında bir soru işareti bırakmamayı başarabilselerdi” diyor.
Ah canııım, bakın gerektiğinde nasıl da sert eleştiriler yapıyorlar.
Firmanın Kanadalı sahipleri ile ünlü yerli ortakları utançtan yerin dibine girmişlerdir mutlaka.

BUNU YAZMAK GEREK

Yeni otoyolla aslında yol sanıldığı kadar kısalmıyor


İstanbul-İzmir Otoyolu’nu yere göğe sığdıramayanlar, burayı kullanmanın bedelini hiç belirtmeden “İstanbul-İzmir arası 3.5 saat” başlıkları attılar.
Yandaş tetikçi takımının aklına neden aynı uzunluktaki İstanbul-Ankara Otoyolu’nun 25 lira, yeni otoyolun ise 254 lira olduğunu sormak gelmiyor.
Tetikçi takımı, yolun ne kadar kısaldığını anlatıyor.
Oysa yolun kısalması “afaki” bir konu.
Çünkü kısalma karayolu kilometresine bakılarak söyleniyor.
İstanbul-İzmir arasındaki karayolunu İzmit, Gölcük üzerinden dolanarak gider.
Ancak yakıt tankeri ya da çok büyük araçlar dışında, özellikle küçük araçların yüzde 90’ı Pendik-Yalova veya Eskihisar-Topçular feribot hattını kullanır.
Sonuçta, araçların karayolu üzerinde yaptığı yolculuk aslında aynıdır.
Çünkü Körfez Köpüsü’nden İzmir’e uzayan otoyol, diğer bölünmüş yoldan toplamda 5 kilometre daha uzun.
Sadece feribot kullanılırsa 35-45 dakikalık bir yolculuk yapılır. Köprüden geçiş süresi ise 5-7 dakika arasıdır.
Bu durumda tüm tasarruf Körfez Köprüsü’nden sağlanan zamanla, daha sonra otoyol hızı sayesinde kazanılan zamandır. Bu da toplamda 45+45, 1.5 saattir.
İstanbul-İzmir arası feribotla bile 6-6.5 saat arasında gidilebilmektedir.
1.5 saat zaman tasarrufu elbette az değildir ancak bunun bedelinin 250 lirayı geçmesi birçok kişide “Duble yol da pekala çok güzel, orayı kullanırım” fikrini cazip kılacaktır.
Oysa İstanbul tarafındaki Kuzey Otoyolu ve devamı İzmir Otoyolu geçiş ücretleri diğer otoyolların fiyatına yakın hale getirilse kullanım çok artacak, muhtemelen pahalı tarifedeki kadar para yine kazanılacaktır.
Özellikle Kuzey Otoyolu’nun ucuzlaması, İstanbul şehir içi trafiğini de geniş ölçüde rahatlatacaktır.

İRONİ

Yaşasın, Amerika Ticaret Bakanı geliyor, yine sevindirik olduk


Hesapta Amerika bu iktidarın can düşmanı.
Bütün kötülüklerin anası olan Amerika, dış güçlerin de odağı.
15 Temmuz’da darbe yaptıran o.
Doları yükselten o.
Faizleri yükselten o.
İhracatımız düşsün diye doları düşürten de o.
Teröre destek veren o.
Kürt devletini destekleyen de o. Aklınıza ne geliyorsa altında hep o var.
Ama ne zaman ki bir Amerikalı Türkiye’ye el uzatsın, bizim iktidar ve yandaş yalaka takımı düğün bayram ediyor.
Biliyorsunuz neredeyse Amerika’ya savaş ilan edeceğimiz sırada Trump, Erdoğan’ı aramıştı, cümle yalaka takımı “Trump aradı” diye manşetler atmıştı.
Örnekleri sayısızdır bunun.
Son örneği Ticaret Bakanı verdi.
Ruhsar Pekcan, Twitter hesabından ABD Ticaret Bakanı Wilbur Ross ile “verimli” bir telefon görüşmesi yaptığını iftiharla açıkladı.
Telefon görüşmesinden müthiş sevinç duyan Pekcan, “Bu görüşme doğrultusunda, Sayın Ross’un beraberindeki heyetle birlikte eylül ayının ilk yarısında Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirmesinde mutabık kaldık” dedi.
Aman ne iyi!
Niye bu kadar çok seviniyorlar?
Çünkü ticaret bakanı eylülde gelecekse demek o tarihe kadar bir yaptırım falan olmayacak.
Arada bol bol “Nasıl dize getirdik ama bak hem yaptırımda bulunamıyorlar, hem de ayağımıza gelip bize yalvarıyorlar” propagandası yapılabilecek.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Dürüst bir iş insanından “Vergi yüzsüzü nasıl olunur” dersi


Adı bende saklı bir iş insanı, vergisini beyan ettiği halde ödemede sıkıntı çekenlere “vergi yüzsüzü” denilerek haksızlık yapıldığını anlatan yazım üzerine bir not göndermiş.
“Maalesef, ülkemizin vergi hukuku sanki dürüst esnaf ve sanayiciyi cezalandırmak üzere kurgulanmış” dedikten sonra, “Sadece beyan edilen vergiler değil söz konusu olan. Hiçbir şey yapmadan duran paradan bile vergi alıyorlar. Durumu bir örnek ile durumu açıklayayım” eklemesi yaparak şunu yazmış;
Kolay olması açısından ilk sermayeyi 100 bin dolar aldım.
İhracat yapan bir firmayı örnek alalım:
2017 yılı sonunda vergiye esas 100 bin ABD doları kazanmış. O günün kurundan (3.89)  389 bin TL.
2018 yılında hiçbir geliri olmamış ama kur 2018 sonunda 5.27’e çıkınca bankadaki parası 527 bin TL’ye yükselmiş.
Devletimiz, “138 bin TL (527 bin-389 bin) para kazandın, % 22 kurumlar, % 1.5 SPK, % 1.5 ticaret odası vergileri olarak  34 bin 500 TL vergi ver” diyor.
Mükellef, “Ben hiç ticaret yapmadım ve kazanmadım” diyor. Devlet, “Hayır, çok kazandın” diyor. Hiç işlem yapmadığınız halde 6 bin 550 dolar vergi ödüyorsunuz ve sermayeniz 93 bin 450 dolara düşüyor.