Bİ SORALIM BAKALIM

Amerika ile kim ne görüştü ki aramızdaki sıkıntılar atlatıldı?


AKP Genel Başkanı’nın Amerika gezisi sona erdi.

Beklenen olmadı ve Erdoğan, Amerika Başkanı Trump ile görüşemedi.

Oysa ne büyük umutlarla ve iddialarla çıkılmıştı bu yolculuğa.

19 Eylül’de Erdoğan, Amerika’ya karşı çok sert bir konuşma yapmıştı.

Demişti ki, “Size iki hafta süre, güvenli bölge ile söylediklerimizi kabul edin. Etmezseniz, biz de gereği neyse kendi bildiğimiz gibi yaparız.”

Gerçi Erdoğan, “gereğinin” ne olduğunu söylememişti ama bizim yandaş takım “Suriye’ye gireceğiz” diye tercüme etmişti bu sözleri.

Her şeye rağmen Erdoğan temkinliydi.

“Bunları Amerika’daki görüşmemizde bizzat Sayın Trump’a da anlatacağım” demişti.

Demek ki, Amerika Başkanı ile bir görüşme ayarlanmıştı.

Oysa bazı muhalif münafıklar, “Beyaz Saray’ın, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu nedeniyle Başkan’ın New York’ta yapacağı görüşmeler takviminde Erdoğan gözükmüyor” diye yayıyorlardı.

Buna ben bile inanmamıştım biliyorsunuz ve “Erdoğan, Trump’la görüşecektir” diye yazmıştım.

Çünkü bugüne kadar hep böyle olmuştu.

Sanki görüşme olmayacak gibi yapılmış ama her seferinde bir görüşme ayarlamış ve Erdoğan, Amerikan Başkanı kimse onunla görüşmeyi başarmıştı.

Bu kez olmadı, ya beceremediler ya da “Zaten talimatları aldınız, görüşüp de ne yapacaksınız?” dendi.

Bu cümleyi niye böyle yazdım biliyor musunuz?

Erdoğan, gezi dönüşü gazetecilere açıklamalar yaparken, “ABD ile sıkıntıları atlatıyoruz” dedi.

Ne demek şimdi bu?

Demek ki bazı görüşmeler yapılmış, Erdoğan da bu görüşmelerin ışığında sıkıntıların azaldığını söylüyor.

Peki, kim kiminle ne görüştü, Türkiye’ye ne söylendi ki “sıkıntının atlatıldığını” bizzat Cumhurbaşkanı’ndan öğreniyoruz?

Her ne kadar Erdoğan, “Uçaklarımız boşuna uçmadı, söylediğimiz süreç işliyor” diyerek iki haftalık süreyi hatırlatsa da belli ki bu iş bitmiş.

Türkiye’nin, Suriye’ye girme planı, bana göre zaten yoktu, tamamen rafa konmuş.

Ayrıca karşımızda Amerikan bayrağı varken, nasıl operasyon yapacağız bunu da bilemiyorum. Çünkü bunu da bizzat Erdoğan, “Amerika ile bir çatışmaya girmek istemiyoruz” diyerek kendisi dile getirmişti.

Ama sokaktaki vatandaşa bakarsanız, yandaş takımın verdiği gazla tüm dünyayı hayran bırakan bir dünya liderine sahip olduğumuzu ve görüşmese bile Amerika’ya tüm isteklerimizi kabul ettirdiğini zannediyor.

Devlet yönetimi kahve düzeyine indirilince böyle oluyor haliyle.

ŞAŞIRDIM

S-400’ün yanına Patriot alınması teklifi Trump’ı heyecanlandırmış


Erdoğan’ın, Amerika gezisinin en çarpıcı sonuçlarından biri hava savunma sistemimiz için “yedek” olarak Patriot alma ihtimalimiz bana göre.

Amerika Başkanı ile bu gezide görüşmemiş olsa bile Erdoğan, Trump’a “S-400’ün yanına Patriot da alabiliriz. Eğer bunu senatodan geçirebilirseniz görüşürüz” dediğini Türk gazetecilere de açıkladı Fox News’ten sonra.

Trump da “Ciddi misin?” diye sormuş Erdoğan’a bu teklifi karşısında.

Sanıyorum Erdoğan, bu “Ciddi misin?” sözünü, “Trump’ın büyük bir sevinç ve iştahla Patriot vereceği şeklinde yorumlamış.

Bu mümkün olabilir mi?

Bana göre sıfır ihtimal.

Amerika, NATO’nun başı olarak Türkiye’ye “Patriot al” demiyor ki, “S-400’leri alma, müttefik olma ruhuna aykırı” diyor.

Anlaşılan şu ki, Erdoğan’ın çevresi tamamen çökmüş durumda.

Kimse ya konuşamıyor ve Erdoğan’a gerekli bilgileri iletemiyor ya da hiçbirinin bu konularda bilgisi yok ve Erdoğan’ı tek başına bırakmış durumdalar.

Erdoğan’ın bu açıklamaları, yanındaki sözde gazeteciler tarafından pek beğenilmiş.

Ama hiçbirinin aklına, “Hava savunma sistemi için bu kadar büyük maliyetlere girmemize ne gerek var?” diye sormak gelmemiş.

Ayrıca yine hiçbirinin aklına, “Diyelim Trump çok sevindi ve hemen Patriot’ları verdi. Acaba Rusya kendi sisteminin yanında Amerikan sistemi isteyecek mi, orada bir sıkıntı yaşamayacak mıyız?” sorusu da gelmemiş.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Aralarında gazeteci olmayınca soru da sormuyorlar elbette


Daha önce de yazmıştım.

Artık gazetecilik öldü.

Saray gazeteciliği yapılıyor.

Kimse soru sormuyor, soru sormanın ne olduğunu bile bilmiyor.

Erdoğan tarafından seçilip “gazeteci” diye adlandırılıyorlar, saray danışmanlarının ellerine verdikleri soruları soruyorlar ve banda aldıkları cevapları da aynen yayınlıyorlar.

Amerika gezisinden önce uyarmış ve “Şu gazeteci denilenler, biraz haber de yazsalar, çevreyi anlatsalar da biz de bir şeyler öğrensek” demiştim hatırlayacaksınız. Sanıyorum bu gezi ile ilgili en merak edilen konu, Trump’la neden görüşme yapılamadığı, öyle değil mi?

Çünkü yola çıkılırken de dönüşe çok az zaman kalıncaya kadar da beklenti Trump’ın, Erdoğan’ı çağıracağı yönündeydi.

Erdoğan döndü geldi, yanında bir yığın gazeteci kılıklı kişi var ama kamuoyu neden görüşme olmadığını öğrenemedi.

Çünkü biri bile “Efendim, ne oldu da görüme yapılmadı?” diye soramamış, bunu sormaya cesaret edememiş. Belli ki önceden uyarılmışlar, bu soruyu soranın başının yanacağını öğrenmişler.

Valla kimsede utanma da olmayınca sonuç böyle oluyor.

BUNU YAZMAK GEREK

Devlet ilk depremde çöktü


Büyük yıkıma neden olan 1999 Ağustos depreminden tam 20 yıl sonra İstanbul yine bir ciddi depremle sarsıldı.

5.8 gibi yüksek şiddetteki deprem, can kaybına ve hasara yol açmadı ama devletin nasıl çöktüğünü gözler önüne serdi.

Tam 20 yıldır depremle, deprem korkusuyla yatıp kalkıyoruz.

Depreme hazır olunması gerektiği söyleniyor hep.

Ancak hissedilen bir depremde her şeyin sadece lafta kaldığı bütün açıklığı ile ortaya çıktı.

Meğer devlet yönetiminin hiçbir hazırlığı yokmuş.

Halkla beraber devlet yönetimi de paniğe kapıldı ve korkunun birkaç kat artmasına yol açtı.

Paniği ve korkuyu önlemek yerine, birbirini tutmayan açıklamalarla halk daha da karamsarlığa itildi.

Tabii bu panik ve telaş sırasında, 20 yıldır hepimizin cebinden çıkan milyarlarca liradan oluşan deprem fonunun ortada olmadığını, deprem toplanma alanlarının birkaç kişinin zenginleşmesini sağlayan ranta dönüştürüldüğünü, altyapının çok yetersiz olduğunu da bir kere daha öğrendik.

Ve o devlet yöneticileri bütün beceriksizliklerinin üzerine, İstanbul için yapılan büyük toplantıya Ekrem İmamoğlu’nu çağırmadı.

Bence iyi de yaptılar.

İşleri yüzlerine gözlerine bulaştırmalarına hiç olmazsa İmamoğlu’nun ortak olmadığı anlaşılmış oldu.

Kibirle ve güç sarhoşluğu ile ülkeyi yönetenler duvara öyle bir çarpacaklar ki...

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Şirketlerimiz Amerika’dan korkup kendi devletine güvenmiyor


Amerika gezisinden dönen Erdoğan’dan müthiş bir şey öğrendik.

Müthiş ve bir o kadar da can sıkıcı bir şey bu.

Konu şu;

Erdoğan, gazetecilere İran’la ilişkileri anlatırken, “Kendi paramızla iş yapmayı geliştireceğiz, bu konuda çok adım atıldı” demiş.

Sonra da “İran’dan sıfır petrol ve doğalgaz alımı olmaz, almaya devam edeceğiz” diye konuşmuş.

Ardından, “Gerçi devlet olarak zaten pek almıyoruz, özel sektör daha çok alıyor” bilgisini vermiş.

En önemlisini sona saklamış. Demiş ki; “Ama onlar da Amerika’nın yaptırımlarından korkup almıyorlar.”

Faciaya bakar mısınız?

Dünyaya ayar veren, hiç kimseden korkmayan bir dünya liderine sahibiz.

Ülkemiz Amerika, Rusya, Çin gibi süper ülkelerin arasına girecek kadar güçlenmiş.

Ama ne yazık ki iş dünyamız bundan haberdar olmadığı için herhalde, Amerika’dan korkup kendi ülkesine güvenemez hale gelmiş.

Türkiye’yi işte bu hale düşürdüler.

Yoksullaştırılan, yardıma bağlanarak oy deposu haline getirilen zavallı insanlarımız, her söylenene kanıyor belki ama işte dünyadaki durumumuz bu.

Amerika korkusu kendi devletimize bile güvenimizi sarsmış durumda.

Dünyanın bize güvenmesi, inanması ve ciddiye alması mümkün mü?

ÖNERİ

Ekranlardaki bilgi kirliliği önlenmeli


20 yıl sonra yeniden kendini gösteren depremle birlikte deprem profesörleri de hayatımızı renklendirmeye başladı.

Televizyon kanalları uzmandan geçilmiyor.

Hiçbirine karşı çıkmıyorum.

Hepsi değerli bilim insanlarıdır.

Belki hepsi de aynı bilgileri farklı üsluplarla ve farklı tonlarda veriyorlar.

Ancak bu zaten paniğe kapılmış hatta paranoya yaşayan İstanbul halkını daha da beter hale getiriyor.

Medya elbette bu konuda uyarıcı görevini yapmak için konuyu gündemde tutacak; deprem uzmanlarını, depreme karşı yapılması gereken bilgileri verecek uzmanları ısrarla ve sürekli olarak ekrana çıkacaktır.

Ancak devlet de düzenleyici rolde olmalıdır.

Bilgi kirliliğinin ve hatta bilgi fazlalığının önüne geçmelidir.

Bu nedenle deprem uzmanlarından bir heyet kurulmalıdır. Tüm bilgiler, bulgular ve tahminler, bu bilim heyetine aktarılmalıdır, bu heyet belirli saatlerde kamuoyunu bilgilendirmelidir.

Deprem uzmanlarının kanal kanal gezmeleri engellenmeli, tüm halkın aynı anda, aynı bilgileri almaları sağlanmalıdır.

Aksi takdirde kafalar iyice karışacak, depreme karşı önlem almak yerine, paranoyaların hakim olduğu bir kaosa doğru gitmek kaçınılmaz olacaktır.