Biliyor muyduk?
Evet biliyorduk, çünkü son iki yıldır müthiş bir savaş veriyordu.
Cumhuriyet’in ilanından 9 yıl sonra 1932 yılında İstanbul’da doğmuştu.
Kurtuluş Savaşı’nda subaylık yapan, sonra generalliğe kadar yükselen Hıfzı Betin’in 5 kızından 4’üncüsüydü.
En büyük ablası çocuk doktoru, ikincisi ziraat mühendisi, bir büyüğü eczacı olurken, O da kimyayı seçmişti, yüksek kimya mühendisi olmuştu.
Aynı eğitimi alan babamız Ahmet Ataklı ile 1954 yılında “Cumhuriyet bizden hizmet bekliyor, bize nerede ihtiyaç varsa orada olacağız” düşüncesi ile ilk görev yerleri olan Diyarbakır’da Tekel Fabrikası’nda başladı meslek hayatına.
Ben Diyarbakır’da doğdum.
Daha sonra şeker fabrikalarına geçtiler.
Susurluk, Uşak ve Erzincan şeker fabrikaları, çocukluğumun hayal meyal anılarında kaldı artık...
Kardeşim Cem, Erzincan’da doğdu.
1961’de ise babamla birlikte eğitim alanında hizmet vermeye karar verdiler.
Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü’nde kimya öğretmeni yetiştirmeye başladı.
1973’ten itibaren Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde devam etti bu kutlu görev.
Sarsılmaz biçimde mücadele eden bir Cumhuriyet kadınını, bir tarihi yitirdik aslında.
Çok küçücük yaşında da olsa Atatürk’ü gören, cenazesine katılan, İkinci Dünya Savaşı’nın yokluk yıllarını yaşayan, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbelerinin sıkıntılı günlerini aşan, yüreği büyük önder Atatürk’ün yolunda, laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti için atan bir tarihti.
Ocak ayı sonunda tüm aile bir araya gelmiş ve 88’inci yaşını kutlamıştık.
Çok mutlu olmuştu.
Geçtiğimiz cumartesi gününe kadar bilinci açıktı.
Büyük teyzemle tavlasını beziğini oynuyor, televizyondaki kadın basketbol ve voleybol maçlarını izliyor, başta Korkusuz ve benim köşem olmak üzere gazetelerini okuyor, el yazısı ile hayat hikayesini dönem koşullarını da anlatarak yazıyor, şu günlerde bize yaşatılanlara olan tepkisini dile getiriyordu.
10 gün kadar önce bir nefes darlığı çekti.
Hastaneye kaldırdık.
Yoğun bakıma aldılar ama bilinci yine yerindeydi, günde bir saat izin veriyorlardı yanına girmemize, “Burası çok moral bozuyor, beni yaşatmak için uğraşmayın artık” diyordu.
Cumartesi akşamı normal odaya aldılar, bizim de moralimiz yükseldi. Israrla yemek yedirmeye çalıştık, kızdı biraz, son konuşmamızı yapmışız meğer.
Biz hastaneden ayrıldıktan kısa bir süre sonra kendisini iyi hissetmediğini söylemiş az sonra da bilincini yitirmiş, makineye bağlamışlar.
4 gün makineye bağlı kaldı.
Çarşamba hava karardığında da son nefesini verdi.
“Zorlamayın yaşatmak için” dileği tuttu belki bir yerde.
Hastalığına çok direndi, bütün ilaç ve şua tedavilerine kayıtsız uydu. Doktorları bile şaşırtacak biçimde ayakta kalmayı başardı.
Ama buraya kadarmış.
Hep söylediği gibi “Çekmeyeyim ve çektirmeyeyim” arzusu yerine geldi.
Bugün öğle namazının ardından kılınacak cenaze namazından sonra toprağa vereceğiz.
Nurlar içinde yatsın.
Sevgili okurlarım; eğer izin verirseniz yarın ve pazar günü yazmayacağım pazartesi günü tekrar sizlerle birlikte olacağım.
Dün sabah haberi öğrendikten telefonları ve mesajlarıyla sonra bana çok büyük güç ve moral veren herkese binlerce teşekkür ederim.