ÇOK GÜLDÜM

“Biz yaptık yine biz yaparız” öyle mi?


Bu köşede pazartesi günü AKP’nin yenilenen İstanbul seçimlerinde bu kez Binali Yıldırım’ı öne çıkardığını ama seçilen sloganın pek iyi olmadığını yazmıştım.
Binali Yıldırım’ın ağzından söylenen “Biz yaptık yine biz yaparız” sloganının yanlış olduğunu vurgulayarak “Bir kere söylenenler daha önce yapılmış mı yoksa vaat mi anlaşılmıyor” demiştim.
Ama asıl sıkıntının “Böyle bir sloganın AKP’nin yaptığı olumsuz işlerde kullanılmasında” yaşanacağını belirterek bazı örnekler de vermiştim.
Yazının yayınlanmasından sonra bazı okurlarım hazırladıkları bazı “Caps”ları gönderdiler.
Benim yazımdaki örneklerden çok daha etkili ve vurucu konular bulmuşlar.
Demek ki tam da dediğim gibi olmuş.
“Biz yaptık yine biz yaparız” sloganı dönmüş AKP’yi çarpmış yani.



ANALİZ

Böyle bir konuşma olamaz


Kimse kusura bakmasın, ister cumhurbaşkanı olsun ister başka bir şey kimsenin böyle konuşmaya hakkı yoktur ve olamaz.
Hele demokratik bir ülkede bu tür konuşmaları yapmak asla mümkün olamaz.
Bizim gibi demokrasiyi hukuku askıya almış ülkelerde bile böyle bir konuşma olmaz.
Sözünü ettiğim konuşmayı Erdoğan pazartesi günü ilk kez duyduğum “Cihannüma ve Kadim Dostlar Buluşması” adlı bir toplantıda yaptı.
Hedefinde muhalefetin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu vardı.
Aynen şunu söyledi; “Herkesi kucaklamak için geliyorum diyen kişi, Ordu’da bu devletin, bu milletin valisine ‘it’ diyor. Bu nasıl kucaklama? Sen her şeyden önce bu devletin valisine tahammül edemiyorsun ve ona kalkıp bu ifadeyi kullanıyorsun. Sen, İstanbul gibi bir şehre belediye başkanı olmak için yola çıkıyorsun. Şimdi ben buradan başta İstanbullu kardeşlerim olmak üzere tüm milletime sesleniyorum; Böyle bir kişi, benim milletimden, başta Ordu valimiz olmak üzere, özür dilemedikçe bir defa böyle bir adaylığa bırakın layık olmak, böyle bir makama gelemez.”
Kim ne derse desin, cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden birinin böyle konuşmasından çıkacak tek anlam vardır; “Bu kişi seçilse bile fark etmez, başkan olmasına izin vermeyeceğiz.”
Denilebilir ki “Nereden çıkarıyorsun bunu, o sözler mecazi anlamda, yani ‘böyle davranan biri o makamlarda oturmamalı’ demektir.”
Hiç de öyle değil.
Şunun şurasında seçime bir hafta bile yok.
Çok güçlü olduğunu, ülkeyi tek başına yönettiğini her fırsatta dile getiren bir cumhurbaşkanının imalı konuşacağına, “o göreve oturamaz” sözünü mecazi olarak kullanacağına inanmak ancak safdillik olur. Bu konuşma bir çaresizliğin ve öfkenin sonucu bana göre.
Erdoğan geleceği görüyor.
Seçimin kaybedildiğini anlıyor.
Son konuşması devletin ilgili birimlerine talimattan başka bir şey değildir.
“Ola ki seçim kaybedildi, gereğini yapacaksınız” demektir.
Hemen Erdoğan’dan önce aynı yerde konuşan Numan Kurtulmuş’un sözlerine de bakın.
O da aynen şunu söyledi; “İstanbul’u ne dediğini bilmeyen, ne yaptığını bilmeyen, ayak üstünde 50 tane yalanı sahaya pazarlayıp süren birilerine de teslim edemeyiz.”
İyi de korkunun ecele faydası olmadığı bir tehditin de bu kez pek para etmeyeceğini görmek gerek.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Siz de mi postacılar


Çocukluğumuzun en güzel şarkılarından biriydi.
“Bak postacı geliyor selam veriyor, herkes ona bakıyor merak ediyor” şarkısıyla sarardık mahallemize geldiğinde postacıları.
Kaç yıldı oldu hatırlamıyorum yazdığım bir yazıda “Türkiye’nin bozulmayan mesleklerinden biri postacılık” diye yazmıştım.
Çünkü teknolojideki gelişmelere rağmen postacılar her gün hiç bıkmadan usanmadan canla başla adi mektupları dağıtmaya devam ediyorlardı.
Son zamanlarda bu sihirli durumun bozulmaya başlamasından endişe ediyorum.
Çünkü merakla beklediğim bir mektup aylardır elime ulaşmıyor.
Adi mektup olarak gelecek bu mektup.
Yani üzerinde sadece pul var.
Verilirken, alınırken imza falan gerekmiyor, bildiğimiz mektup yani.
12 Ocak’ta postalanmış ilk mektup, ama ulaşmadı.
Mayıs ayı içinde yeniden postalandı. Ama o da gelmedi.
Bu yazıyı aslında yazmayacaktım.
Burada yazdıklarımı dün Tele1’de anlattım.
Ama yayından sonra elektronik posta adresime çok sayıda benzer mesaj geldiğini gördüm.
PTT’nin artık taşeron dağıtıcı kullandığı, adi mektupların çoğunun çöpe atıldığı, noter tebligatlarının bile ‘adreste bulunamadı’ kaygı ile yerine götürülmediği ileri sürülüyor.
Yaygın kanaat PTT’nin bunu kasıtlı yaptığı yönünde.
Amaç; vatandaşın mektubunu 2 liraya göndermek yerine 15 lira vererek kurye sistemi ile gönderilmesini sağlamak.
Buna inanmak istemiyorum ama benim için önemli olan bir mektubun bir türlü gelmemesi ister istemez bende de “Sen de mi postacı” demek hissi uyandırıyor.

KOMİK

Teknoloji de dine alet edilince


Günümüz Türkiye’sinde “dinin alet edilmediği” hiç bir alan kalmadı.
Ama bu istismarın teknolojinin en ileri aşamada olduğu bir bilişim şirketinde de olabileceğini hiç düşünmemiştim.
Tabii “ne var bunda?” diyenler de çıkacaktır ama Microsoft duası yine de komik.
Bu dua ramazan sırasında şirketin verdiği iftar sırasında bir din görevlisi tarafından okunmuş.
Muhtemelen din görevlisi şirketin ne işe yaradığını öğrendikten sonra ona göre bir dua icat etmiş.
Dua şöyle; “En hayırlısı insanlara faydalı olandır’ düsturuyla, aynı hedefte ilerleyen Microsoft ailesini, Yarabbi gelecekteki yapacakları teknolojik anlamda yapacakları insanlara faydaları şeylerde onlara yardım eyle. Yarabbi, gecesini gündüzüne katıp vatanımıza, milletimize, devletimize faydalı olmak için bu yolda ilerleyen Microsoft ailesine yeni başarılar ihsan eyle, onları muhafaza eyle. İlahi Yarabbi, nice nice Microsoft ailesi olarak yine burada buluşup iftar yapabilmeyi, birlikte nice bayramlar yaşayabilmeyi ve mutlu, huzurlu bir şekilde ülkemize, vatanımıza, milletimize, insanlığa faydalı olabilmeyi, bizlere, burada bulunanlara ve bütün insanlığa özellikle Microsoft ailesine nasip eyle.”