DEDİKODU

DSP formülü devreye giriyor


Birkaç gün oluyor.
CHP’nin çok içinden bir dostum aradı.
Hem öfkeli hem de kırgın olduğunu söyledi.
Bana değil tabii, çok sevdiği partisine kızıyordu,
“Kesin kazanacağımız yerlerde bile aday açıklamıyorlar. Bunun sonucu millet sadığa gitmeyecek haberleri yok” dedikten sonra nefeslendi.
“Ama” dedi “Öyle bir şey geliyor ki, altından kalkamayacaklar.”
Doğal olarak “nedir?” diye sordum.
“Mustafa Sarıgül” diye söze girdi “Artık aday yapılmayacağını anladı, Şişli’den DSP adayı olacak” dedi sonra da.
Ben de “CHP aday yapmazsa, ki ben de yapmayacağına inanıyorum, Sarıgül’ün yine de aday olacağı söyleniyor ama DSP olur mu onu bilemem” cevabını verdim ve ekledim “İyi de bu durumda CHP’nin altından kalkamayacağı ne ki?”
CHP’li dostum güldü; “Sen zannediyor musun bu iş sadece Sarıgül’le sınırlı kalacak. İstanbul’da en az 14 ilçede DSP çok bilindik, CHP’li isimlerle seçime girecek. Ayrıca CHP’nin ittifak yaptığı birçok yerde de yine CHP’nin tanınmış isimleri DSP’den aday olacak.”
Bunu birkaç yerde anlattım ben de.
Dedim ki “Durum böyle böyle böyleymiş. Eğer CHP biraz daha ağırdan alırsa bu formül devreye girecekmiş.”
Bunları söylediğim kişiler “Tutar mı?” diye sordular elbette.
Bu kadarını bilecek durumda değilim. Ama CHP’ye olan öfke nedeniyle çok sayıda seçmen, oyunu DSP’ye yöneltebilir.
Bu da CHP’nin birçok yerde kaybetmesi anlamına gelir.
Bu sayede AKP belki de kazanmayı asla düşünmediği yerlerde bile seçim kazanabilir.
Ama bu formülle en önemli yer olan İstanbul AKP’ye hediye edilmiş olur.
Gelelim düne.
Mustafa Sarıgül dün öğle saatlerinde CHP’den istifa ettiğini duyurdu.
Hayli uzun bir gerekçe eklemiş istifa kararına.
Sonuçta Şişli’ye aday olacağını söylüyor ama bunun nasıl olacağına da Şişli halkının karar vereceğini ekliyor.
Sarıgül elbette bağımsız aday da olabilir. Ama belediye meclisine de ihtiyacı var. Bağımsız aday liste yapamayacağı için seçilse bile belediye meclisinde gücü olmaz.
Bu nedenle bana göre yüzde 99 DSP adayı olarak karşımıza çıkacaktır.
Aynı anda CHP’nin genellikle kazanmakta olduğu tüm ilçelerden de DSP aday gösterecektir mutlaka.
Bu atak seçim sonuçlarında ciddi değişimlere neden olacaktır.
Kimse “Millet AKP’den bıktı, bu tezgah tutmaz” demesin sakın.
CHP’ye yönelik ciddi bir öfke var.
Oy kullanmamaya karar verenler DSP’ye yönelebilir.
Ama daha mantıklısı Sarıgül, “İlçelerde DSP, büyükşehirde CHP” sloganını atar ortaya ve hayli de taraftar toplar.
CHP seçmeni ,“Genel Merkez’e ders vermeye” kalkarsa sonuç ağır bir hüsran olur, şimdiden söyleyeyim.
Bu durumda zaten bütün gücüyle seçimi önceden kazanmaya göre programlayan Erdoğan çok rahatlar.
Hatta öyle ki “DSP projesini yaptıran Erdoğan’mış” bile diyebilirim.

NOSTALJİ

O gün ancak darbe ile uygulanan ekonomik yöntemler, bugün hayatımızın parçası oldu


Bugün 24 Ocak.
Siyasi tarihimize “24 Ocak kararları” olarak geçen ekonomik kararların alınmasının 40’ıncı yıldönümü.
40 yıl önce bugün iktidarda Demirel’in kurduğu hükümet vardı.
O günlerin deyimiyle “anarşi” kol geziyordu.
Askerler dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e “işler hiç işi gitmiyor, bizi müdahale etmeye zorlamayın” diyen bir mektup vermişlerdi.
Aslında işler gerçekten iyi gitmiyordu.
Ekonomi berbattı.
Dünya komünizmi tamamen ortadan kaldırmanın ve azgın kapitalizmi her ülkede uygulamanın kapı aralığına gelmişti.
Türkiye de bunun dışında kalamazdı!
İşte bunun için Amerika’da bir plan hazırlandı.
Dönemin Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal bu ülkeye gitti, planı aldı, geldi ve Demirel’e sundu.
Demirel 24 Ocak 1979 günü bu planı devreye soktu.
Amaç ekonomik istikrarsızlığı gidermek, karaborsacılığı kaldırmak, kamu harcamalarını sınırlamak ve serbest döviz kurunun ilk adımlarını atmaktı.
Bu nedenle;
Yüzde 32,7 devalüasyon yapıldı, devletin ekonomide payı düşürüldü, sübvansiyonlar kaldırıldı, ihracata teşvikler geldi, yabancı sermayeye kapılar açıldı.
Ancak bu kararları, şiddetin hüküm sürdüğü, kaçakçıların, karaborsacıların iş adamı kılığı ile ortalıkta dolaştığı bir ülkede uygulamak elbette çok zordu.
Sivil siyaset son bir hamle ile ekonomik kararlar aldı ama yetmedi.
12 Eylül’de yönetime asker el koydu.
24 Ocak kararlarının uygulanması için bu kararları Amerika’dan teslim alıp gelen Özal, işin başına oturtuldu.
Şimdi bugünden bakınca, yaşadığımız günler gözümün önünden akıp gidiyor.
24 Ocak kararları alındığında bunları uygulamanın ne kadar zor olduğu görülüyordu.
Ama gelin görün ki, bugün “uygulanamaz” denilen bütün bu kararlar gündelik hayatımızın bir parçası oldu.
O günlerde borç batağında değildik, kredi kartlarımız, tüketici kredilerimiz yoktu.
Daha mütevazı yaşıyorduk, kendi kendimize mutlu olabiliyorduk.
Şimdi ise tıpkı yavaş yavaş ısıtılan tenceredeki kurbağalar örneğindeki gibi azgın kapitalizmin pençesinde ezilip gittiğimizin farkına bile varmıyoruz.

BUNU YAZMAK GEREK

Uğur Mumcu’yu unutmak ne mümkün


24 Ocak yakın tarihimizdeki en uğursuz günlerden biri aynı zamanda.
Bundan 26 yıl önce 24 Ocak sabahı evinden gazetesine gitmek üzere çıkan Uğur Mumcu, arabasına binip kontağı çevirdiği an patlayan bombanın kurbanı olmuştu.
Araştırmacı gazeteciliğin üstadı Uğur Mumcu daha o yıllarda bugün varacağımız noktayı anlatıyordu halka.
Türkiye’nin “azgın kapitalizmin dümen suyuna girerek” hızla İslamlaştırıldığını, gericiliğin her alanda etkin hale geleceğini ve laik demokratik Cumhuriyet’in temellerine dinamit konmakta olduğunu ısrarla ve kanıtlarıyla söylüyordu.
Zaten bu uyarıcı görevi üstlenmesi nedeniyle alçakça katledildi.
Bugün medyanın geldiği içler acısı hale bakınca Uğur Mumcu’nun eksikliğini daha fazla hissediyoruz ve O’nu arıyoruz.

ŞAŞIRDIM

Devleti, partinin emrine vermek bu kadar kolay işte


Erdoğan’ın sözlerini dinlerken şaşırmamak elde değildi.
Ordu’da aday tanıtım toplantısında diyordu ki “Partimizin genel merkezinde şu ana kadar önümüze konan bütün adaylarda GBT denilen güvenlik soruşturmalarını gerek MİT, gerek emniyet istihbarat, tepeden tırnağa hepsini inceledik.”
Vay canına mı demeliyiz acaba?
GBT yani Genel Bilgi Tarama polisin bir uygulaması.
Bu sistemde çeşitli nedenlerle aranan ya da hakkında soruşturma açılan kişilerin özel bilgileri yer alıyor.
Polis herhangi bir güvenlik uygulamasında kişilerin TC kimlik numaralarını sisteme giriyor ve sorguluyor.
Erdoğan kendi partisinin adaylarına GBT incelemesi yaptırdığı söylüyor.
Ama bununla da yetinmemiş, MİT ve emniyet istihbarat da adayları incelemiş ve “temiz raporu” vermiş.
İşte devletin parti emrine girmesi budur.
Her ne kadar CHP, bu duruma tepki gösterdiyse de bu yetersizdir.
Bu kadar keyfi bir uygulamayı bu kadar özgüvenle kamuoyuna da anlatmak önümüzdeki günlerde bin beter olaylarla karşılayacağımız anlamına gelir aynı zamanda.
Bir parti canı istediğinde kişilerin devlette sır olarak kalması gereken bilgilerine bu kadar rahat ulaşıyorsa o ülke çok ciddi sorunlara gebe demektir.