ANALİZ

Erdoğan kendini kurtarmak için muhalefete birlik çağrısı yapabilir

Seçimlerden sonra üzerinde fazla yorum yapılmayan bir söylemi oldu Erdoğan’ın.
“Türkiye İttifakı” dedi Erdoğan ama içini doldurmadı.
MHP çok telaşlandı bu söyleme.
“Cumhur İttifakı var zaten, Türkiye İttifakı da ne ola ki?” diye sordu Bahçeli.
Erdoğan, “Türkiye İttifakı, Cumhur İttifakı’nın farklı halidir” dedi.
Yine kimse anlamadı.
Oysa Ankara kulislerinde en çok konuşulan konuların başında geliyor bu Türkiye İttifakı konusu.
Bana göre Erdoğan, durumun artık çok kötü olduğunu biliyor.
Türkiye’yi yönetemediğini, çok güçlü görünmesine rağmen altından halının çekilmekte olduğunu, küçük bir tökezlemede bile iktidarı kaybedeceğini görüyor, anlıyor.
Bugüne kadar günü kurtardı hep.
Amerika “höt” dedi, Avrupa Birliği’ne “zart” dedi, komşulara “zurt” dedi, günü kurtardı. Toplumun bir kesimin gözünde “dünya lideri, süper gücün başı” algısını yaratmayı başardı.
Ama artık iş, günü kurtarmayı geride bıraktı.
Sorunlarla yüz yüzeyiz artık.
Örneğin halkın bir kesimini gururlandıran S-400 olayında final günü geliyor.
Ağustos ayında ilk teslimat yapılacak.
Peki bu füzeleri alabilecek miyiz?
Çok zor, sonuçta U dönüşü yapılacak ama nasıl?
AB ile ilişkileri yeniden düzeltmek için de U dönüşü gerekli.
Suriye politikası sil baştan ele alınacak.
Kuzey Suriye’deki PYD yapılanmasına yönelik efelenmemizin sonuna geliyoruz. Burada da U dönüşü olacak.
Amerika’nın İran ambargosunda en önemli dönemeç ay başında yürürlüğe giriyor. Amerika Türkiye’yi muafiyet listesinden çıkardı, yani İran’dan petrol alamayacağız.
Ve tabii en önemlisi ekonomide dikiş tutmuyor artık.
Günlük debelenmeler ve güç gösterileri anlamsız hale geldi, eğer ekonomide istikrar sağlanamazsa AKP’nin temel oy desteği de yıkılacak.
İşte “bu ahval şerait içinde” Erdoğan’ın önünde iki yol var.
Birincisi İstanbul’da seçim iptali için talimat vermek. Baskı ve şiddet kullanarak seçimi kazanmak, böylelikle içte ve dışta güç tazeleyerek bir süre daha iktidarını sürdürmek ve bir çıkış noktası bulma umudu yaşamak.
İkincisi ise kibirinden taviz verip muhalefete el uzatarak, “Türkiye İttifakı” adı altında ulusal bir birlik sağlamak.
Erdoğan zaten bu amaçla yaptı bana göre “Türkiye İttifakı” konuşmasını.
Zemin yokluyor, muhalefetin hangi düzeyde tepki vereceğini görmek istiyor.
Resmen açıklanmasa da CHP’den karşı teklifin gittiği yönünde ciddi duyumlarım var.
Örneğin CHP, yarı başkanlık sistemine geçilerek parlamentonun güçlendirilmesini, gensorunun geri getirilmesini, hükümetin dışarıdan değil parlamentodan oluşmasını, Erdoğan’ın parti başkanı olmaktan vazgeçmesini istiyor.
Bunlar için Anayasa değişikliği gerekli elbette.
Şimdi önümüzde kısa bir süre var.
Erdoğan bir karar vermek zorunda.
Bekleyeceğiz mecburen.

Bİ SORALIM BAKALIM

Kandil’den mesaj alan bakanlar kim?


Şu sıralar iktidarın en önemli kozu terörle mücadele ve PKK.
Yatıyorlar kalkıyorlar “teröristlerden” ve onları “nasıl öldürdüklerinden” söz ediyorlar.
Nedeni çok açık tabii.
Muhalefeti; terörle iç içe, kol kola gösterme çabası.
Aşırı ve ilkel bir milliyetçilikle halkın beynini yıkayarak iktidarlarını pekiştireceklerini düşünüyorlar.
Oysa çok kısa süre öncesine kadar bugün söylediklerinin tam tersini yapıyorlardı.
Teröristlerle görüşmekten hiç sakınmıyorlardı.
Bizzat dönemin bir numaralı yöneticisi “teröristlere yönelik operasyon yapılmaması için valiliklere talimat verdiğini” canlı yayınlarda açıklamakta bir sakınca görmüyordu.
Bugün “terörist” diyerek hapse attıkları insanlarla “Ecdadımız” dedikleri Osmanlı’nın sarayında pazarlık masaları kuruyorlardı.
Şimdi her şey tersine döndü çünkü bütün bunları “insanların balık hafızası vardır” inancına güvenerek yapıyorlar.
Sanki bu millet çok yakın geçmişi unutmuş gibi şimdi “terörle mücadele kahramanları” pozu takınıyorlar.
Oysa kimse unutmuyor, ayrıca unutsa bile mutlaka birileri çıkıp hatırlatıyor.
İşte son örnek hapisteki Selahattin Demirtaş’ın açıklamaları.
Demirtaş bu geçeği bir kere daha iktidarın yüzüne vurduğu gibi, bir de üstüne bilmediğimiz bir gerçeği açıklayıverdi.
Dedi ki; “Beni, ‘Sayın Öcalan’ dediğim için, ‘Onunla görüşülsün’ dediğim için yargılıyorsunuz ama devletin sahil güvenlik güçleri, partimin heyetini 23 defa Marmara’daki İmralı Adası’na götürdü. Bunların sekizinde bizzat ben vardım. Defalarca Kandil’de KCK üst yönetimiyle görüşmeye gittik. Tamamı da hükümetin bilgisi, desteği ve onayıyla gerçekleşti. Kara yoluyla gidişlerimizde, sınıra kadar da İçişleri Bakanlığı’na bağlı güvenlik personelinin korumasında gittik. Dönüşte de hükümet ile görüştük.”
İmralı’yı zaten hepimiz biliyorduk ama Demirtaş ve arkadaşları bizzat devletin denetiminde Kandil’e de gitmiş, oradaki terör liderleriyle hükümet adına pazarlıklar yapmış, bunları bakanlara anlatmışlar.
Çadır devletinde bile olmaz bunlar.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Ben olsam bedava yaparım


İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ndeki AKP’lilerin iktidarı kaybettikten sonra nasıl tel tel döküldüğünü görüyorsunuz değil mi?
Güç arkalarındayken burunlarından kıl aldırmayan, kibirden yanlarına yaklaşılamayan, güç sarhoşluğu içinde canlarının istediğini yapan AKP’li üyeler, şimdi panik ve telaş halinde İmamoğlu’nun önünü kesmeye çalışıyor.
Erdoğan’ın “Topal ördek” benzemesini “emir telakki eden” AKP’liler, Ekrem İmamoğlu’nu engellemek için komik durumlara düşüyorlar.
Belli ki tepeden, “Hiçbir taleplerine evet demeyin” talimatı gelmiş. Bu nedenle hiç düşünmeden her şeye “Hayır” diyorlar.
Uyuşturucu ile Mücadele Komisyonu talebi mi geldi CHP’den, hepsi “Hayıııır” diye bağırıyor.
Bu nasıl bir kalitedir, nasıl bir seviyedir anlamak mümkün değil.
Ama önceki gün bundan daha da korkuncu yaşandı Meclis toplantısında.
İmamoğlu’nun seçim öncesi öğrencilere “ucuz ulaşım” vaadi belli ki AKP’yi çok rahatsız etmiş.
Bu rahatsızlık, anladığım kadarıyla AKP’lilerin akıl ve mantığını da alıp götürmüş.
Bir tanesi çıkmış kürsüye bağır bağır bağırıyor; “Biz öğrenci kartlarının 50 liraya değil, 40 liraya indirilmesini talep ediyoruz, haydi yap bakalım.”
Öğrenci kartları AKP’li başkanlar döneminde 85 liraydı.
İmamoğlu bunu 50 liraya indirme sözü vermişti.
Güya parsa kapmaya çalışan AKP, “40 lira” diyor.
Böyle utanmazlık nadir görülür.
25 yıllık iktidarları boyunca öğrencilerin ulaşım kartlarını ucuzlatmayı akıllarına getirmeyenler, şimdi zeytinyağı gibi üste çıkıp “Biz daha fazlasını vereceğiz” diyor.
İyi de bunca yıldır niye hiç akıllarına gelmemiş bu?
Valla İmamoğlu’nun yerinde olsam “Ben bedava yapıyorum” derim.
Bu seviye bu dilden anlar çünkü.
Ama o zaman da, “Biz kart alan öğrenciye 40 lira vereceğiz” de diyebilirler tabii, nasıl olsa utanma yok.

KOMİK

O hep bildiğimiz “deve kuşu taktiği” yine devrede


Merkez Bankası önceki gün toplandı ve herkesin merakla beklediği kararını açıkladı.
Buna göre faizlerde bir artırıma gidilmedi.
Faizler beklendiği gibi biraz artırılmayınca etkisi döviz fiyatlarında görüldü ve fiyatlar yükseldi.
Dünkü yandaş-tetikçi medyada bu haberler hiç yoktu.
Bir iki tanesi küçücük başlıklarla “Merkez Bankası faizleri sabit tuttu” diye yayınlamış haberi ama içinde döviz fiyatlarındaki yükseliş yok.
Tıpkı daha önceki döviz yükselmelerinde olduğu gibi “deve kuşu politikası” uygulanıyor.
Döviz fiyatlarının yükseldiğini sakladıklarını zannediyorlar.
Aslında yine aynısını yaşayacağız. Döviz fiyatları artacak, belli bir noktadan sonra elbette düşüş de olacak. İşte yandaş-tetikçi medya, o zaman ortaya çıkacak ve “Dolarda sert düşüş” manşetleri atacak.
Böylelikle yine bu medyayı izleyenler insanlar, yükseldiğinden hiç haberleri olmayan dövizin düştüğünü öğrenip şaşıracaklar.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Good morning after supper


Önce İngilizce olarak attığım başlığı açıklayayım.
Bu sözün tam Türkçesi “Akşam yemeğinden sonra günaydın.”
Bu İngilizce bir deyim.
Bazı “snoplar” kimi İngilizce kelime ve deyimleri kullanmaya bayılır ya, ben de hoşluk olsun diye attım bu başlığı.
Bu İngilizce deyimin Türkçe karşılığı olarak pek çok deyim var.
“Üsküdar’da sabah oldu, uyan da balığa çıkalım”, “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” örneklerden birkaçı.
Peki nereden aklıma geldi bu?
Anayasa Mahkemesi’nin eski Başkanı Haşim Kılıç’ı dinlerken geldi.
Rekabet Derneği tarafından düzenlenen “Adil Rekabete Katkı” ödül töreninde bir konuşma yapan Haşim Kılıç, “ahlakın bittiğini” söyledi.
Bakın Haşim Kılıç ne dedi; “Ne yazık ki önce ‘ahlak ve maneviyat’ diye iktidara gelen bu arkadaşlarımız, ne pozitif hukuk kuralları bıraktılar ne de ahlak bıraktılar. Dolayısıyla ne bir rekabet, ne bir şey söz konusu olamayacaktır. Biz bu ahlaki daha doğrusu insanların subjektif alanına bırakılan işleri sıfıra indirmediğimiz sürece, bu ülkede rahat edemeyeceğiz.”
Şimdi görev yaptığı sürece AKP’nin hizmetinde olan bu kişiye gayet snop bir şekilde  “Good morning after supper” denmez de ne denir?