ACAYİP YAZILAR

Erdoğan Oval Ofis’te otururken Trump kapıyı açıyor ve “Bak kimi çağırdım?” diyor


Kasım ayının ilk üç gününü geçtik.

Kaldı 10 gün daha.

Neye mi?

Erdoğan’ın Amerika gezisine.

Şu sıralar Ankara’da “Erdoğan Amerika’ya gitmeli mi gitmemeli mi?” tartışmaları yapılıyor.

Erdoğan da son konuşmalarından birinde “Gidip gitmeyeceğimize karar vereceğiz” dedi.

Gerçi kararı sarayda mı verecekler bilemiyorum artık.

Trump “Gel” derse gitmeyecek mi yani?

Anladığım kadarıyla Erdoğan’a “Gitmemelisin” diyenlerin tamamı Temsilciler Meclisi’nin yaptığı son oylamaya dayandırıyor bu görüşlerini.

Neymiş, Temsilciler Meclisi Türkiye’ye yaptırım uygulamaya karar vermiş, bir de üstüne Ermeni soykırımını kabul etmiş de, Erdoğan da bunu protesto etmeliymiş.

“Gitsinciler” ise Erdoğan’ın o meşhur mektubu Trump’ın suratına atmasını bekliyor.

Hani Erdoğan “Amerika’ya giderken mektubu da götüreceğim” dedi ya zannediyorlar ki Erdoğan “Bu mektubu nasıl gönderirsin” diyerek Trump’ın yüzüne fırlatacak ve çıkıp gidecek.

Aslına bakarsanız o mektup geldiği an gereğinin yapılması gerekiyordu.

Erdoğan’a “aptal olma” diyordu o mektupta Trump.

“Görülmemiş biçimde ekonomini mahvederim” diyordu Amerikan Başkanı.

Daha da beteri bir terör örgütü militanını “General” olarak niteleyip “Bak bu adamla konuş,

şahane biri, taviz vermeye de hazır” diyordu.

Bunların hepsi yenildi yutuldu, güya bu mektuba karşı Suriye operasyonu başlatılmış gibi davranıldı sonra adamlar gelip iktidarın bileğini burkup bir teslimiyet anlaşması imzalattılar başkomutan da orduya “tamam artık bitti” talimatı verdi.

Bu saatten sonra mektubu götürseniz ne olur götürmeseniz ne olur?

Ama Amerika’nın bütün aşağılamalarına rağmen sözde “diplomasi” gereği her şey yenilip yutulur ve Beyaz Saray’a koşulursa başımıza gelebilecek başka şeylere de hazırlıklı olmak gerekir.

Örneğin aklıma gelenlerden bir tanesini söyleyeyim belki önceden düşünüp ne yapacaklarına karar verirler.

Şimdi manzarayı düşünün;

Erdoğan, Beyaz Saray’da, pek de güzel bir karşılama yapmışlar, herkesin yüzü gülüyor, saray danışmanları “harika bir iş çıkardık, artık Türkiye’de bizi kimse tutamaz” düşüncesiyle müthiş bir sevinç içinde, o sırada Trump yerinden kalkıyor, kapıya gidiyor, açıyor ve “Bakın size kimi getirdim” diyor, içeri “General Mazlum” olarak tanıtılan terörist giriyor, başkan “Haydi öpüşüp barışın, çocuklar gibi kavga etmenin kimseye bir yararı yok” diyor.

Ne yapacaksınız?

“Haydi canım olur mu?” demeyin sakın, bu adam “Kürtlerle Türkleri çocuk gibi kapıştırıp sonra ayırdım” demedi mi? Bunu mu yapmayacak?

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Unutulmaz siyasetçi Erdal İnönü’den unutulmaz anılar


Kurtuluş savaşı kahramanlarından, Atatürk’ün en yakın silah ve dava arkadaşı, 2’nci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü’yü geçen hafta ölümünün 12’inci yılında yine saygıyla andık.

Erdal İnönü 1990’lı yılların başında, Türkiye’nin çok çetin günler yaşadığı günlerde SHP’nin Genel Başkanlığı’nı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerini yürütmüştü.

Erdal İnönü aslında bir siyasetçi değil, dünya çapında bir bilim adamıydı.

Siyasette belki beklenen anlamda çok başarılı olmadı ama alışılmamış bir siyasi kimlik ve kişilikle bir döneme damgasını vurdu.

Aklı, mantığı ve nezaketi ile siyasette derin izler bırakan Erdal İnönü renkli ve esprili kişiliği ile de unutulmazlar arasındaki yerini aldı..

31 Ekim 2007 günü 81 yaşında kaybettiğimiz Erdal İnönü’den hafızalarda kalan bazı ilginç anları sizlerle tekrar paylaşmak istedim;

Göremezsiniz tabii! 

Kendisini sinema çıkışında yakalayan bir gazeteci sorar:

- Sayın İnönü, sizi bu sıralar sinema salonlarında göremiyoruz pek? 

- Tabii göremezsiniz sinema salonları karanlık oluyor. 

Ölürüm yoluna 

Seçmenlerden biri seçim otobüsünün önüne atılır ve Erdal Bey’e hitaben “Ölürüm yoluna” diye haykırır.

Erdal Bey cevap verir: “Dur, ölme. Bir oy bir oydur.”

O benim işte!

Erdal Bey bir gün İstanbul’da taksiye binmiş. Şoför: “Sen ne kadar Erdal İnönü’ye benziyorsun” demiş.

“O, benim” diye cevap vermiş Erdal Bey...

Şaşırmış taksi şoförü. “Yahu” demiş “Birisi daha var. Harbiye’nin oralarda dolaşıyor. O da aynı Erdal İnönü.”

Bunun üzerine Erdal Bey, espriyi patlatmış: “O da benim!”

Ben kedi miyim ?

İnönü gençlik yıllarında evinde otururken mutfaktan bir çığlık duymuş. Eşi Sevinç Hanım “Erdal koş fare var” diye bağırmış. İnönü istifini bozmadan ve eşine öyle seslenmiş: “Ne yapayım Sevinç. Ben kedi miyim?”

Asıl Cizrelilere teşekkür et

Bir seçim dönemi... SHP Genel Başkanı İnönü, Diyarbakır ve Cizre’deki mitinglerde konuştuktan sonra Siirt’te halka hitap edecektir. Ancak Cizre’de bir grup protesto gösterisi yapıp parti otobüsünü taşlayınca buradaki miting iptal edilir, hiç beklenmeden Siirt’e gelinir. Seçim gezilerinde program sarkmasına alışık Siirt İl Başkanı, parti otobüsünün tam zamanında geldiğini görünce biraz şaşkın, İnönü’ye teşekkür eder. Aldığı yanıt: “Sen bana değil, asıl Cizrelilere teşekkür et.”

Oylaması yapılmaz

Erdal Bey fanatik bir sigara düşmanıdır, Parti Meclisi toplantılarında duman altı olmaktan fena halde rahatsızdır. Bir Parti Meclisi toplantısında ilk sözü  “Bundan böyle bu toplantılarımızda sigara içilmeyecek” olunca arka sıralardan bir üye “Bu kararınızı oylamaya sunsak efendim” diye itiraz etmeye kalkışınca cevabı aldı: “Antidemokratik kararlarda oylama olmaz!”

Norveç’te başbakan olursunuz

Gazeteci der ki: “Sizin için Norveç’te başbakan olabilir, diyorlar.”

İnönü’nün cevabı ; “Çok teşekkür ederim. Bu herhalde, Türkiye’de bu işleri beceremiyorsun, demenin kibarcası.”

Masaya yumruğunu vurur

Bir miting öncesi bir SHP milletvekili, İnönü’ye der ki “Sayın Genel Başkanım siz iyi konuşamıyorsunuz, bakın Özal’a esip gürlüyor.”

İnönü “Peki ne yapacağım?” der. Milletvekili cevap verir:

“Konuşurken masaya yumruğunuzu vuracaksınız, biz şöyle partiyiz, şöyle yaparız, böyle yaparız, diye kükreyeceksiniz.”

İnönü kürsüye çıkar, yumruğunu masaya vurur:

“Biz öyle bir partiyiz ki, adamı…”

Burada keser ve şöyle devam eder:

“Devamını bu arkadaş söyleyecek.”

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Biraz da matrak cümleler


Ankara’dan dostum Mahir Akkar “Hep siyaset konuşacak değiliz ya biraz da eğlenelim” diyerek topladığı komik cümleleri yakınlarıyla paylaşmış WhatsApp grubundan.

Ben de bu pazar için paylaşmak istedim

- Arkadaşım mafya babası olmaya hevesliydi. “Oğlunun adını mafya koyarsan, artık bir mafya babası olursun” dedim.

- Ben bu gün “Gerçekten” ameliyat oldum. Siz de sık sık ameliyat olun, içiniz açılır.

- Fakültede öğrenciyken yazılıdan sıfır almıştım. Ama önemli olan katılmaktı.

- Bilmemek ayıp değil; yeter ki kimseye çaktırma.

- Bir adam söz almak istemiş, parası yetmemiş.

- Dünya delikanlı olsaydı yuvarlak olmazdı.

- Elektriği William Gilbert ile Joseph Priestley buldu, faturaları ben ödüyorum.

- Ulan altın gibi bir çocuktu, bozdurup nakite çevirdiler be.

- Kaynanamı kaybettim görenlerin görmezlikten gelmeleri rica olunur.

- Oturarak başarıya ulaşmaya çalışan tek varlık tavuktur.

- Paranın ne önemi var; önemli olan miktarı.

- Paran olmazsa mesele değil, kredi kartı da geçer.

- Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Onuncu köyden sesleniyorum: “Seni seviyorum.”

- Eskiden ekmek aslanın ağzında idi şimdi aslan da aç.

- Sarımsak yiyin her yerde fark edilirsiniz.

ÇOK GÜLDÜM

Bu hafta 3 fıkra birden


Pazarın neşesi fıkralarımız yine Yıldırım Tuna’dan tabii ki.

Dedektif


Karı-koca birlikte TV’de film izliyorlarmış, filmde bir ara kadın kendisini aldattığından şüphelendiği kocasını yakalatmak için dedektif tutuyormuş. Adam, TV seyretmeyi bırakıp karısına dönmüş ve “Sen” demiş, “Sen olsan böyle bir şey yapar mıydın?”

Karısı “ Evet ” demiş ve gayet aldırmaz bir tavırla devam etmiş: “ Ama bu seni onunla yakalatmak için değil, o kadının sende ne bulabildiğini araştırmak için olurdu.”

Aptal Cadı


Karı-koca kavga ederken kadın, “Bana aptal cadı dedin haaa?” diye bağıra bağıra ağlamaya başlamış..
Tamam hayatım, sözümü geri alıyorum” diye onu yumuşatmaya çalışmış adam, “Hadi sivri külahlı şapkanı giy, artık şu sihirli kelimeyi hatırla ve kurbağaya çevirdiğin annemi eski haline getir... Tamam mı tatlım?”

Rahibin Peklik İlacı


Rahibe içki satılan dükkâna girip bir şişe viski istemiş, bıyık altından sırıtan dükkan sahibi “Peki” anlamında başını sallamış, “Hem rahibesiniz hem de viski ha?” diyerek.
“Oh, hayır.. hayır” demiş rahibe, “Kilisemizin rahibi için istiyorum… Kendisinin tedaviye cevap vermeyen bir peklik durumu var da”

Dükkan sahibi şişeyi sarmış, rahibe parasını ödemiş ve ayrılmış dükkandan...

O günün akşamı dükkan sahibi evine dönerken rahibeyi sokakta elinde yarılanmış viski şişesi ile yarı çıplak ayakta zor durur vaziyette hayli sarhoş görünce müthiş şaşırmış, “Hani rahibin pekliği için almıştınız?.” diye merakla sormuş..
Rahibe “Doğruuu, onun için..” demiş düşmemek için tam yanında bulunan elektrik direğine yaslanarak, “Peder beni bu şekilde görsün, o an altına yapmazsa şerefsizim..”