ACAYİP YAZILAR

Erdoğan, Trump’ın canına okudu ama korkudan söyleyemiyor ki


Türkiye tam bir akıl tutulması yaşıyor.

İktidar elindeki medya gücünü kullanarak muazzam bir “zafer algısı” yaratmayı başardı.

Algı şu; Erdoğan tüm dünyaya karşı dik urdu. Başta Amerika olmak üzere tüm ülkeler önünde eğildi. Hem askeri alanda hem de masada istediğimiz her şeyi elde ettik. Erdoğan tam bir dünya lideri olduğunu kanıtladı.

Tabii “Ne istiyorduk, ne kazandık” türü bir muhasebe yapılmadığı için görüntüye ve medya dayatmasına bakıp zafer algısına inanıyor milyonlarca insan.

İşin tuhaf tarafı muhalefet kesimi de şaşkınlık içinde “Milli birlik ve beraberlik ruhu” bahanesiyle Erdoğan’ın arkasına geçti.

Oysa yansıması ne olur bilemiyorum şu anda ama gördüğüm kadarıyla Erdoğan hiçbir dönemde bu kadar büyük destek almamıştı arkasına.

Tabii bu destek bilinçsiz bir destek ama çağımız algı yaratma çağı olduğuna göre buna karşı çıkmak da anlamsız.

Gerçekten bir daha düşünelim bakalım; “Ne istiyorduk, ne kazandık?”

Müthiş bir zafer kazanıldığını söyleyen iktidar çevreleri “Türkiye güvenli bölge konusunda haklılığını kabul ettirdi” diyor.

Peki, şimdi hafızamızı yoklayalım, operasyon başladığındaki asıl amacımız güvenli bölgeyi oluşturma ve koruma mıydı yoksa terörle mücadele ettiğimizi mi söylüyorduk?

Ya da “PKK uzantısı PYD’yi güvenli bölgenin dışına çıkarmak için mi” başlamıştık bu operasyona.

Hayır.

Tek amacımız vardı, Türkiye bir terör saldırısı altındaydı ve Türkiye bütün dünyaya yaptığı çağrılar bir türlü duyulmadığı için “Kendi göbeğini kesmeye” karar vermişti.

Sonra Amerika “Yeter” dedi, “Bırak bu işi yoksa seni ekonomik olarak mahvedeceğim” diye ekledi ve son olarak da “Halkbank dosyasını açıyorum. Bu işin ucunun kime kadar gideceği hiç belli olmaz ona göre” tehdidini savurdu.

Hemen masaya oturduk, Amerika ne istiyorsa aynen kabul ettik.

İktidar siyaset gereği bunu kendi vatandaşına “müthiş zafer” olarak takdim etti.

Aslında bu işin bir “zafer” tarafı var ama onu da korkudan dile getiremiyoruz

İşin aslı şu ki Erdoğan, Amerika’nın ve Trump’ın canına okudu.

İsterseniz gelin imzaladığımız “teslimiyet anlaşmasına” bir bakalım. Bu anlaşma kiminle kimin arasında? Hesapta anlaşma Amerika ile değil mi?

Değil.

Öyle olsa “ateş kesmekten” veya “ara vermekten” söz edilmezdi değil mi?

Bizim hedefimizde Amerikan askeri yok ki.

Eğer ateşe ara veriyorsak hedef bir başkası.

O hedef de PKK uzantısı PYD-YPG teröristleri.

Buna karşı masada karşımıza oturan YPG’liler değil.

Amerikalılar oturdu karşımıza, onlar dikte ettirdiler ve biz de bir ateşkes anlaşması imzaladık.

Kısacası Amerika bir terör örgütünü korumak için araya girdi, bize baskı yaparak teröriste ateş etmeyi kesmemizi sağladı.

O halde Amerika’nın “teröre yardım ve yataklık yaptığı” gerçeği ile karşı karşıyayız.

Şimdi elimizde “Bizzat Amerika Başkan Yardımcısı tarafından imzalanmış, resmi bir belge” var.

Bu belge ile Amerika’yı başta Birleşmiş Milletler olmak üzere her platformda mahkum ettirebiliriz.

Erdoğan bunu yapamıyor.

Korkuyor.

Tabii korkmakta haklı.

Bu belge ile Amerika “teröre destek olan ülke” sınıfına sokulacaktır elbette ama Türkiye de “Terör örgütüyle dolaylı yoldan da olsa anlaşma imzalayan ülke” konumuna girecek.

İki ucu da kirli değnek gibi.

Türkiye’yi işte bu hale düşürdüler.

Ama olsun algı “Zafer kazandığımız” yönünde.

Susun ses etmeyin, çomak sokmayın.

BUNU YAZMAK GEREK

Anlaşmayı terör örgütüyle değil, Amerika ile imzalamışız


Türkiye halkı kandırılmaya çok müsait.

Bu özelliği fıtratında mı var yoksa sonra mı kazanıldı bilemiyorum.

Ancak bu kadar rahat kandırılması çok canımı sıkıyor.

Trump, Erdoğan’a bir mektup yazmış, onca hakaret arasında en büyük hakareti de bir terör örgütü lideriyle görüşmesini isteyerek yapıyor.

Erdoğan ise buna güya cevap veriyor ve halkın bir bölümü, içinde ne yazık ki muhalefet de var, buna inanıyor, belki de inanmak istiyor.

Yabancı gazeteciler Erdoğan’a Trump’ın mektubundaki  “General Mazlum’la görüş, taviz vermeye hazır” ifadesini hatırlatıyorlar.

Erdoğan “Siz herhalde hâlâ Tayyip Erdoğan’ı tanımadınız. Tanımış olsanız, bu soruyu bana sormazsınız” diye azarlayarak söze giriyor ve devam ediyor; “Ben bir terörist başının ne söylediğiyle ilgilenmem. O adam bir terörist başı. Dolayısıyla, terörist başı Sayın Trump’la şöyle görüşmüş, böyle görüşmüş... Bu anlaşma bir terör örgütüyle değil. Kiminle bu anlaşma? Amerika ile. Bizim farkımız burası.”

Evet demek ki farkımız neymiş; Biz terör örgütüyle görüşmeyiz. Ne güzel.

Ama bitmiyor, Erdoğan devam ediyor; “Hep ne dediler? Terör örgütüyle alakalı olarak birbirine karıştırdılar. ‘Siz Kürtlere şöyle yapıyorsunuz? Siz Kürtlere böyle yapıyorsunuz?’ Hayır, biz terör örgütüyle mücadele veriyoruz. Kelimeleri biz çok seçeriz. Biz, ‘Terör örgütüyle savaşıyoruz’ da demedik, ‘Mücadele veriyoruz’ dedik. Savaş devletler arasında olur.”

İyi güzel de Amerika ile imzalanan anlaşmada YPG için terör örgütü tanımı geçmiyor ki.

Bu durumda dünya kamuoyu önünde “Biz Kürtleri öldürmeye ara veriyoruz” demiş duruma düşmüyor muyuz?

Bİ SORALIM BAKALIM

O mektuptan sonra “memnuniyet” belirtmek hoş oldu mu yani?


Trump’ın yazdığı rezil mektubun yarattığı etkinin yok olması ne kadar sürecek bilemiyorum.

Ancak şunu gördük ki, sadece bu mektup değil, Amerika tarafından yapılan çok ağır hakaretlerin, aşağılamaların hiçbiri iktidar üzerinde olumsuz bir etki bırakmamış.

Çünkü ilk andan itibaren tek kelime ile bile bir cevap verilmedi bu çirkinliklere.

Erdoğan mektupla ilgili ısrarlı sorulara karşı “Günü gelince ne yapacağımızı göreceksiniz” karşılığını verdi o kadar.

O gün gelir mi bilemiyorum. Ancak Erdoğan’ın Trump’la yaptığı telefon konuşmasını anlatırken söyledikleri açıkçası hiç hoşuma gitmedi.

Diyor ki Erdoğan “ABD Başkanı Sayın Trump ile gerçekleştirdiğimiz telefon görüşmesinde ikili meselelerin yanı sıra Fırat’ın doğusunda kurulması planlanan güvenli bölge hakkında fikir alışverişinde bulunduk. Görüşmemizde köklü ve sağlam temellere dayanan Türk-Amerikan ilişkilerini güçlendirmek için attığımız karşılıklı adımlardan duyduğum memnuniyeti kendileriyle paylaştım.”

Anladım şu sıralar Amerika’ya karşı bir şey söylemeye pek cesaret edemiyor ama bari sağlam temellere dayalı ilişkileri güçlendirmekten falan söz etmeseydi. Şu sıralar insanda ister istemez alerji yaratıyor bu tür sözler.

ÇOK GÜLDÜM

Bu pazar için üç fıkra


Bu hafta Yıldırım Tuna üç fıkra göndermiş. Birlikte okuyalım;

Uzatma işte söyle istediğini

Kadın – Süpermarkete gidiyorum. İstediğin bir şey var mı?
Kocası – Senden hayatın anlamını istiyorum. Dünyaya geliş amacımı öğrenmek istiyorum. Ruhumda bir tatmin hissi, Nirvana’ya ulaşma, doğanın gizemli kısmını hissetmek istiyorum..
Kadın – Aşkım daha net tanımlar mısın? Kırmızı mı yoksa beyaz şarap mı?

Mesajlaşma

Kadın kocasına bir mesaj göndermiş..
İşten dönerken sitenin önündeki manavdan sebze almayı unutma e mi..!

Kocası - ……………..

Kadın Şu anda Sibel yanımda, sana selamı var. 

Kocası“ Sibel kim?..”

Kadın – “ Kimse değil canım.. Sadece mesajımı okuyup okumadığını kontrol ediyorum..”

Türk’ün nesi Meşhur?

Fransız, İngiliz, Alman, Rus, İranlı, Hollandalı, bir de bizim Temel barda sohbet ederlerken sıra gelmiş memleketlerini övmeğe.

İngiliz, “Arkadaşlar” demiş “Bizim biramız çok meşhurdur. Harika biralar üretiriz içmeğe doyamazsınız.”
Fransız hemen girmiş konuya “Bizim kızlarımız meşhurdur” demiş, “Öpmeye kıyamazsınız.”
Alman içini çekip ” Hey gidi memleketim.” demiş, “Biz öyle arabalar üretiriz ki binmek için can atarsınız..”
Hollandalı hemen atılmış, “Evlerimiz” demiş, “Bizim dünya şirini evlerimiz meşhurdur.” “ Bizim en meşhur şeyimiz övüncümüz KGB’dir” demiş Rus, “Dünyanın bir ucunda sinek havalansa haberdardır!” İranlı “Halılarımız” demiş, “ Yumuşacıktır ve çok meşhurdur.”
Sonra hepsi birden suskun oturan Temel’e dönmüşler. Temel sakin sakin bakmış onlara ve gülerek başlamış söze.
“Arkadaşlar bizim delikanlılarımız meşhurdur!” demiş. “Öyleki, alır Fransızın kızını, içer İngiliz’in birasını, atar Almanın arabasına, götürür Hollandalının evine, yatırır İran halısının üzerine, bir güzel öper öper, değil babasının, KGB’nin bile ruhu duymaz.”