ANALİZ

Erdoğan yatsın kalksın 28 Şubat’a dua etsin!


Bugün 28 Şubat.
Ünlü Milli Güvenlik Kurulu toplantısının üzerinden 23 yıl geçmiş.
AKP iktidarı şimdi bu sürecin üzerinde çok tepiniyor ama çok açık söyleyeyim; eğer 28 Şubat olmasaydı Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı olmazdı.
Yaşandığı günlerin heyecanı ile 28 Şubat’ın irticai faaliyetlere karşı yapıldığı hissine kapılabilir insan.
Nitekim, zaten sömürülen tarafı da bu.
Oysa gerçek başka.
28 Şubat süreci AKP’nin ve siyasal İslamcı grupların önünü açtı.
Sözde laikliği koruma amacıyla başlatılan bir aptal operasyon, laikliğin neredeyse tamamen ortadan kaldırılmasına yol açtı.
Oysa Süleyman Demirel, büyük fedakarlık yaparak başbakanlığı bir yıl öncesinden Tansu Çiller’e vermeyi kabul ettiğinde gereğini yapsaydı; bugün ne laiklik elden gitmiş olacaktı ne Türkiye bir Arap devletine dönüşecekti.
Ancak yıllar sonra insan daha iyi anlıyor ki, zaten bütün amaç buymuş.
Kişi ve kurumlar bilerek bilmeyerek çok büyük bir hatanın içine itilmişler ve Türkiye, Amerika’nın güdümünde İslamcı bir devlete dönüştürülmüş.
Bugünkü iktidar aslında varlık nedeni olan 28 Şubat’ı sürekli karalayarak ve o dönemle ilgili, bilgisiz insanların beynini yıkayarak olayı bir İslam düşmanlığı gibi sunmaya çalışıyor.
Anlatılan masal şu: Dönemin askerleri Müslümanlara savaş açmıştı, türbanlı öğrencilerin okuma hakkı elinden alınmıştı, din yasaklanmasa bile korkulan bir olgu haline getirilmişti, Müslümanlara her yerde işkenceler yapılıyordu, hapishaneler inançlarından vazgeçmeyenlerle dolmuştu.
Gerçeği ise şu: Amerikan güdümündeki büyük sermaye, merkez sağı öldürerek siyasal İslam akımının gömlek değiştirmiş haliyle iktidara yürütülüyordu.
28 Şubat’ta güya irtica engellenecek bahanesiyle merkez sağ öyle bir bastırıldı ki, 23 yıl sonra hâlâ alternatif bir sağ hareket oluşturulamıyor.
Sol ise akılsızca 28 Şubat’a sahip çıkarken kendi kuyusunu da kazdığının farkına varamadı.
28 Şubat’ın sonunda, başını Tayyip Erdoğan’ın çektiği AKP’nin kuruluşuna 28 Şubat’ı hararetle savunanların müthiş destek verdiğini gördük.
Bunların akıllı olanları artık asıl amaca ulaşıldığının farkında olduğu için sevinç içindeydi.
Aptalları ise Erbakan’ın “şeriatçı” siyasetine karşı “medeni ama inançlı” bir ekibin geldiğini sanarak alkış tutuyordu.
Bütün bunların farkında olan aslında bir kişi vardı.
O da Erdoğan.
Zaten o bildiği için bugüne kadar adım adım tek adamlığa doğru yürüdü ve başardı.
Bugün “ne oldu bu memlekete böyle?” diye hayıflananlar, dönüp yakın geçmişte yapılan bu fahiş hata ile yüzleşmeli ve hesaplaşmalıdır.
Çünkü gördüğüm kadarıyla pek çok kişi hâlâ ders almış değil ve bir türlü akıllanmadı.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Partilerini bırakıp AKP’ye gelenler de ihanet edecekler mi?


Şu cümleleri Erdoğan önceki gün miting meydanlarında söyledi;
“Bazı yola beraber çıktığımız arkadaşlarımız, maalesef yola çıkarken onlara makam mevki verirken her şey iyi güzeldi ama öyle anlar geldi ki, gel biraz da sen dinlen; buraya bir başkasını koyalım dediğimizde, bir de bakıyorsunuz ki, bizim trenden inip başka bir trene biniyorlar. Bu kader birliği değildir, bu dava birliği değildir. Bugün bize ihanet edenler, yarın da gittikleri yere ihanet edeceklerdir. 31 Mart’a giderken gerekli dersi gerekenlere de vereceğinize inanıyorum.”
İnsanın ister istemez aklına bazı sorular takılıyor.
1- Bir başka partiye geçen herkes hain midir?
2- Bir partiyi bırakıp başka parti kurmak davaya ihanet mi sayılır?
3- İlk iki sorunun cevabı evet ise Erdoğan Erbakan’ı bırakıp parti kurmasını nasıl izah ediyor?
4- Başka partileri bırakıp AKP’ye gelenler de hain mi sayılıyor?
5- Bu kişiler hain sayılıyorsa AKP’ye de ihanet edecekleri ihtimali Cumhurbaşkanı’nı korkutmuyor mu?

Bİ SORALIM BAKALIM

Bu kuyruklar varlık kuyruğu ise sınırlı satış olmaması gerek


Ankara ve İstanbul’da işportada kurulan tanzim satışların önündeki kuyruklar ister istemez eleştiri konusu oldu.
İktidarın “kuyrukları kaldırdık” sloganına karşı; “Bu kuyruklar ne oluyor?” diye soruldu doğal olarak.
Ancak yandaş-tetikçi takımı hemen karşı saldırıya geçti.
“Efendim CeHaPe zihniyeti dönemindeki kuyruklar yokluktan oluşuyordu. Bu kuyruklar ise varlık göstergesidir.”
Lafın ne kadar aptalca olduğunun herkes farkında da seçime doğru her türlü vıcık popülizm revaçta olduğu için yandaş, bir beis görmüyor.
Ama yine sormak istiyorum.
Eğer bu kuyruklar bolluğun bir simgesiyse patates, soğan, domates, şimdi de nohut, pirinç neden sınırlı miktarlarda satılıyor?
Neden vatandaş dilediği kadar soğan alıp gidemiyor?

ŞAŞIRDIM

Çok şükür yandaş tetikçi medya var ki, biz de öğreniyoruz


Çok açık söyleyeyim, aşağıda okuyacağınız iddiaları ben cesaret edip de bu köşeye koyamazdım.
Biri hariç hiçbirini duymadım zaten, ama duysam da cesaret edip yazamazdım.
Nedeni basit.
Korktuğum için değil.
Durup dururken hem kendi başımı, hem de gazetemin başını derde sokmak istemeyeceğim için.
Ama benim yazmaya cesaret edemeyeceğim bu bilgileri yandaş tetikçi medya rahatlıkla yazabiliyor.
Sağ olsunlar onlar sayesinde memleketteki dedikoduları öğrenebiliyoruz.
Şimdi size Sabah’ın yazarlarından Dilek Güngör’ün dün yazdıklarından bir bölüm sunacağım.
Sanıyorum çok şaşıracaksınız benim gibi.
Şöyle yazmış Dilek Güngör;
“Yine bir seçim arifesi... Yine tonla dedikodu... Yine ipe sapa gelmez iddialar... Yalnız bu sefer şiraze epeyce kaymış durumda. Neymiş efendim... 1 Nisan itibarıyla ekonomi toz duman olacakmış. Ülkede kaos çıkacakmış. Dolar 11 TL’ye yükselecekmiş. Türkiye’nin en büyükleri arasındaki holdingler, iflas bayrağını çekmiş. Falanca şirket varlıklarını hacze kaptırmış. Diğeri ofis kapatıp, işçi çıkarıyormuş. Borçları nedeniyle benzin alamayanlar varmış. IMF gelse zor kurtarırmış. Durum o kadar kötüleşecekmiş ki, Başkan Recep Tayyip Erdoğan ve ailesi uçağa binip kaçacakmış!”
Vay canına. Kim konuşuyor bunları? Nerede yazılıyor bunlar? Yandaş medyada...
Ben hiçbirini görmedim.
Ama yandaş gazeteciler iddiaları sıralayıp “Görüyorsunuz değil mi ne kadar saçma sapan şeyler bunlar, ahlaksız bunlar” diyerek sarayın gözüne girmeye çalıyorlar herhalde.
Olsun biz de bilgileniyoruz ne güzel.