YENİ ÖĞRENDİM

“Gereği” burada yerine getirilmeli


Bu iktidarın ama içte ama dışta sadece tehdit amacıyla kullandığı bir cümle var.
“Gereğini yaparız” diyorlar.
Örneğin Suriye askeri İdlib’e yürüyor. Dışişleri Bakanı esip gürlüyor “Bir askerimizin kılına zarar gelirse gereğini yerine getiririz.”
Ya da Amerika’ya Münbiç konusunda efeleniyorlar “Bizi biraz daha oyalarlarsa gereğini yaparız” diye. Listeyi istediğiniz kadar uzatın. Gerçi bu konularda “gereği nedir” bunu bilmiyoruz çünkü gerçek anlamda “gereğinin yerine getirildiğini” bugüne kadar hiç görmedik.
Oysa iktidarımız bu tehdit dolu ifadeleri hiç yerine getiremeyeceği konularda kullanmak yerine halkın gerçek sorunları karşısında kullanmalı. CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yazılı olarak cevaplandırması talebiyle Alo 175 İhbar Hattı’na kaç şikayet geldiğini sormuş.
Gürer’in sorularını Fuat Oktay adına Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan cevaplamış. Rakamı görünce ben de şaşırdım çünkü iki buçuk yılda Alo 175 Hattı’na tam 961 bin 152 şikayet gelmiş.
Bakan Ruhsar Pekcan bu şikayetleri türlerine göre de ayırmış.
Buna göre son 2 buçuk yılda en çok ihbar alan konu 362 bin 947 çağrıyla Ayıplı Mal ve Hizmetler alanında olmuş.
En az şikayet garanti belgesinde görülmüş, bu konuda merkeze 850 şikayet gelmiş sadece.
Bakan Pekcan’ın verdiği bilgiye göre en çok ihbar sırasıyla “İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Bursa, Antalya, Adana, Gaziantep, Kayseri ve Konya’dan” gelmiş. Tabii “ayıplı mal” kavramı çok geniş. Vatandaş iğneden ipliğe aldığı bir malın kalitesiz çıkması halinde çareyi “devlette aramaya” çabalıyor. Bu şikayetlerin pek çoğu kişisel beğenilerle ilgili de olabilir elbette.
Bence ikinci sırada olan “Abonelik sözleşmeleri” aslında çok ciddi bir sorun.
Çünkü pekçok şirket mal ve hizmet satabilmek için çok cazip gibi görünen kampanyalarla müşteriye gidiyor. Müşteri çoğu kez fiyatın cazibesine kapılarak bu kampanyadan yararlanmayı kabul ediyor.
Ancak aboneliğini bitirmek isterse o zaman içine düştüğü durumu anlayabiliyor. Çünkü bir telefonla elde edilen bir hizmetten vazgeçmek isterseniz hem ortaya garip tazminatlar çıkıyor (ki bunlar sözleşmelerde minicik harflerle yazılı, yani itiraz hakkınız da yok) hem de hizmet alımını bitirebilmeniz için hayli emek harcamanız gerekiyor.
Nitekim Ömer Fethi Gürer de cevabı aldıktan sona bu noktaya dikkat çekerek “Yasal düzenlemelerden vatandaşın yeterince bilgisi yok, vatandaşın bu konularda bilgi sahibi olması ürün kalitesini arttıracaktır ve böylece tüketici mağduriyeti azalacaktır” diyor. İşte benim de yazımın başlığında “Gereği burada yerine getirilmeli” şeklinde özetlediğim önerimi de bu nedenle ortaya koyuyorum. Her konuda binlerce şikayet gelebilir. Devletin görevi bunları iyi inceleyip değerlendirmek ve gerçek anlamda gereğinin yapılmasını sağlamaktır. Aksi halde Alo 175 hattı birçok kişinin öfkesini nafile biçimde dile getirdiği bir “Marko Paşa” hattından ileri gidemez.



DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

AKP’li belediyeler şimdi fena yandı


İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu dinci vakıflara bundan sonra para aktarılmayacağını açıkladı biliyorsunuz.
İmamoğlu bu vakıflarla yapılan tüm protokollerin iptal edildiğini söyledi.
İstanbul’un başkanının verdiği bilgiye göre İstanbul halkının 367 milyon lirası aralarında Erdoğan ailesinin fertlerinin yönettiği vakıflar da olmak üzere bir takım dinci kuruluşlara aktarılmış.
Tabii bu dinci vakıflar şimdi telaş içinde. Bunlardan biri de TÜRGEV.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un eşi ve TÜRGEV Başkanı Fatmanur Altun belediyeden akıtılan paranın kesilmesine büyük tepki göstererek gençleri sokağa çıkmaya çağırdı.
Akıllarına geldikçe “Yeni bir Gezi yaratmak istiyorlar, sokaklardan çare arıyorlar” diyenlerin şimdi sokaktan söz etmeleri elbette ibretlik bir durumdur.
Peki yıllardır akıtılan bu paraların kesilmesi sonunda bu vakıflar ne olacak?
Bana göre bu paralar yine ödenecektir ama bu kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden değil diğer AKP’li belediyelerden karşılanacaktır.
Önce AKP’li belediyelere salma salınacaktır ve açık kapatılmaya çalışılacaktır.
Ama bunun yetmemesi halinde iş valiliklere düşebilir.
İl kaynaklarından kesilen paraların dinci vakıflara akıtılacak olması bana hiç şaşırtıcı gelmez.
Hatta belki bazı valiler şimdiden hazırlıklara başlamışlardır bile.

ŞAŞIRDIM

Sabiha Gökçen Havaalanı’nın tam ortasına cami yapılıyor


Daha önce nedense gözüme çarpmamıştı.
Ama belki de inşaat hayli ilerlediği için bu kez gördüm.
Sabiha Gökçen Havalimanı’nın tam girişine devasa bir cami yapılıyor. Neden acaba?
Burada bir camiye gerek var mı?
Tabii “Havaalanına gidenler veya orada çalışanlar ihtiyaç duyduklarında camiye gitmesinler mi?” diye soranlar olur. Ama bunun için zaten Sabiha Gökçen’de de diğer havalimanlarında da hayli büyük mescitler var. Namazını kılacak olan burada kılar, olur biter.
Ama bir de Cuma namazı var.
Ona da delinecek ki “Havalimanında çalışan binlerce kişi var, cuma günleri namaz kılacak yer bulamıyorlar.”
Orası da tartışılır.
Bir kere havaalanları hizmetin bir dakika bile kesilemeyeceği yerler. Bu durumda zaten her erkeğin cuma namazı kılması teknik olarak mümkün değil.
Ayrıca sadece cuma namazı ya da yılda iki kere kılınan bayram namazları için bunca büyük inşaata gerek var mı?
Bunun da ötesinde Sabiha Gökçen uluslararası bir havalimanı.
Neredeyse yerli yolcu kadar yabancı yolcuya da hizmet veriyor.
Bu alandan geçen yüzbinlerce hıristiyan “Bize de kilise yapın” dese ne olacak?

BUNU YAZMAK GEREK

Küçük bir kaydırma ile seçim kazanma mucizesi


Sarayın “tek dereceli dar bölge sistemi” getirmek için çalıştığını yazmıştım dün.
Sistemin özü şu; Türkiye’nin 600 seçim bölgesine bölünecek, her seçim bölgesinde en yüksek oy alan kişi milletvekili seçilecek.
Sarayın kurmayları AKP’nin oy kaybetmesine rağmen bir çok yerde birinci parti olması nedeniyle böyle bir seçim sistemiyle 400’e yakın milletvekili kazanılacağına inanıyor.
Buna karış çıkan, “yapamazlar” dilenler oldu yazım üzerine.
Bunu bir kenara bırakalım, seçim bölgeleri düzenlenirken yapılacak küçük rötuşlar bile dar bölge için çok önemli.
Bunun bir örneğini geçen hafta sonu gittiğim Arsuz’da bizzat gördüm.
2014’te yapılan yerel seçimde CHP Arsuz’da yüzde 66.4 oy oranıyla belediye seçimini kazanmış.
Komşu ilçe İskenderun’da ise CHP adayı seçimi 36.6 oyla kazanırken AKP adayı ise 36.4’te kalmış.
İşte ne olduysa ondan sonra olmuş.
AKP İskenderun’un ezici çoğunlukla CHP’ye oy veren bir mahallesini almış ve Arsuz’a bağlamış.
Kurnaz kurmaylar “Arsuz’u kazanmamız mümkün değil, bari İskenderun’u kurtaralım” diye düşünmüşler ve planları tutmuş.
Son seçimde AKP İskenderun’u yüzde 40 oyla kazanmış. CHP ise eski oyu yüzde 36’da kalmış.
Arsuz’da ise CHP oyları yüzde 71.9’a çıkmış.
Böylelikle bugüne kadar hep CHP’nin elinde olan Hatay’ın en önemli ilçesi küçük bir mahalle kaydırması ile AKP’nin eline geçmiş.
Tabii bu tür kaydırmalar ilk kez olmuyor.
Ancak İskenderun’da gördüğüm durum tam bir garabet.
Çünkü bu kaydırma nedeniyle Arsuz İlçesi’nin sınırları İskenderun’un adeta içinden başlıyor.
Vallahi şeytan gibiler bu tür konularda.
Eğer dar bölge sistemini geçirebilirlerse CHP’nin kalesi olarak bilinen bazı yerlerden bile milletvekili çıkarabilirler.