ANALİZ

Haysiyetimizi hangi arada bu kadar kaybettik acaba?


Hani çok bilinen bir deyim vardır; “Atınca mangalda kül bırakmaz” denir.
Bazen toplum yaşamımızda da bu deyime çok benzer işler yapıldığını görüyoruz.
Örneğin, hesapta çok dindar bir toplumuz değil mi?
Ama nedense hırsızlar, ahlaksızlar, soyguncular hatta sapıklar etrafta kol gezerler.
Eğer alınları secdeye değiyorsa, camiye girip çıkıyorlarsa, bir de üstüne herkese dindarlık taslıyorlarsa ağzımızı bile açmayız.
Yine hesapta çok kahramanızdır.
Dünyayı titretiriz, vatanımız için ölürüz.
Gel gör ki, iş fiiliyata gelince bir bakmışsınız bu kahramanlar toz oluvermiş.
Erdoğan’a yalakalık yapmak için “Öl de ölelim, Afrin’e gidelim” diye bağırıp üzerlerine beyaz kefen giyenler askerliklerini “paralı” olarak yapmaktan hiç çekinmiyorlar bile.
Yine çok milliyetçiyizdir.
Vatanımıza milletimize söz söyletmeyiz.
Söz söylemeye kalkan olursa da paçasını aşağı alıveririz.
Lafta tabii bunlar da.
İşte son günlerde yaşadıklarımız.
Dünya liderimiz tüm dünyaya kafa tutuyor biliyorsunuz.
Ne yapıyor?
Amerika ve NATO’un “Alma yoksa aramız bozulur, bundan çok zarar görürsün” sözlerine aldırmıyor bile ve gidip Ruslardan S-400 hava savunma sistemini alıyor.
Ama aynı sırada Amerika ile adeta yalvarırcasına toplantı üzerine toplantı yapıyor.
Dışişleri Bakanı, “Amerika’nın gerçeği göreceğine inanıyoruz. Bu konuda bir orta yol bulabilmek için elimizden geleni yapıyoruz” diyor.
Milli Savunma Bakanı, “Amerika, Türkiye’ye yaptırım uygularsa NATO’nun güney kanadı çok zarar görür. Bütün gücümüzle bir çare bulmaya çalışıyoruz” diye konuşuyor.
Medyamız, Başkan Trump’ın Türkiye’yi ziyaret edeceği haberlerini yapıyor, Başkan’ın, “Türkiye’ye hangi yaptırımları uygulayacağımıza henüz karar vermedik” sözlerini kendi kafalarına göre; “Türkiye’ye yaptırımda bulunmayacağız” diye değiştiriyor.
Bu haberler manşetlere taşınarak sanki övünç kaynağı imiş gibi sunuluyor.
S-400’ü alırsın, almazsın, bu ayrı bir konu ama şurası çok belli ki, Türkiye haysiyetini çok ciddi oranda kaybetmiş durumda.
Bu millete ne oldu böyle?
Hangi arada derede bu kadar büyük bir değişime uğradı ve milli duyarlılığını tamamen yitirdi anlamak gerçekten çok zor.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Tatilde karşıma Turgut Özal çıktı




İki haftalık tatil bitti. Yine birlikteyiz.
Son birkaç yıldır tatilimizin bir bölümünü Side’de geçiriyoruz.
Side’nin en eski otellerinden Cennet’te kalıyoruz.
Şimdiki adı Cennet- Acantus oldu.
1971 yılında Ali Barut’un kurduğu Cennet Otel şimdi güney sahillerinde sayısız oteller zincirine dönüşmüş durumda.
Biz ailecek burada çok rahat ediyoruz.
Fiyatları da bize uygun geliyor, denizi ve havuzu özellikle küçük kızım için çok ideal.
Bu yıl zayıflamayı da programa aldığım için sabahları erkenden kalkıp uzun yürüyüşler de yaptım.
Kaç yıldır hiç dikkatimi çekmemişti, bir tatil sitesinin içinde eski cumhurbaşkanlarından Turgut Özal’ın heykeli varmış.
Özal, ANAP’ı tatil yaptığı Side’deki toplantılardan sonra kurmuş.
Manavgat Belediyesi de 2010 yılında Özal’ın anısına kaldığı yazlık sitenin bahçesine bir heykelini dikmiş.
Heykelin en önemli özelliği Turgut Özal’la bire bir aynı ölçülerde olması.
Heykel, tatile çıkmayı ve denize girmeyi çok seven Turgut Özal’ın çok sevdiği şortlu ve tişörtlü halini canlandırıyor.
Yanında bir fotoğraf çektirirken ben de tıpkı Özal gibi giyinip yanında durdum.
Bu fotoğrafı benim için çok anlamlı hale getiren ise çekenin 6 yaşındaki kızım Peri olması.

ŞAŞIRDIM

Kürdistan demek bir tek AKP’lilere yakışıyor anlaşılan


Erdoğan’ın “Kürdistan” denilmesine büyük alerjisi var biliyorsunuz.
“Kürdistan” diyen biri oldu mu çok öfkeleniyor ve “Defol git, Kürdistan Irak’ta” diyor.
Ama bu sözü söyleyen AKP’li değilse böyle oluyor tabii.
AKP’lilere “Kürdistan” demek yakışıyor galiba.
800 bin fark yedikleri İstanbul seçimi öncesi, Binali Yıldırım taaa Diyarbakır’a gidip “Kürdistan” demişti de bir şey olmamıştı. Saray gülümsemişti sadece.
Neyse konumuz bu değil.
Geçenlerde Erbil’de bir lokantaya saldırı oldu ve bir konsolos görevlimiz ile iki Iraklı hayatını kaybetti.
O sırada tatildeydim. Fotoğraflara bakarken olay yerinin adının “HuQQabaz” olduğunu fark ettim.
Sanki bu ismi bir yerden tanıyordum gibi geldi.
İstanbul’a döndüğümde bir arkadaşımla konuşurken bunu söyleyince “Bebek yolunda hep görüyorsun ya” demez mi?
AKP’li Cihan Kamer’in dinci sosyete için açtığı, nargile de içilen lokantanın adı bu.
Kamer meğer Erbil’e de gidip bu lokantadan açmış bir tane.
AKP’lilerin hepsi işini nasıl da biliyor ama.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Twitter hesabım olduğu yerde çakıldı kaldı


Sosyal medyayı olduğunca kullanmaya çalışıyorum.
Özellikle Twitter, TV programımı izleyen ve yazılarımı okuyanlarla önemli bir buluşma kavşağı oluyor benim için.
Sosyal medyaya 2013 yılında tam olarak girdim.Twitter’la başladı, Facebook, Instagram ve sonunda YouTube kanalı da eklendi.
En çok takipçi doğal olarak Twitter’da var.
Ancak anlamadığım bir şey oluyor.
Beş aydır Twitter takipçi sayım 995 binde durdu.
Bir ara 996 bini geçiyor, sonra tekrar 995 bin üzerinde kalıyor.
Sonuçta bir milyonu bir türlü bulamıyorum.
Nedeni de bilmiyorum.
Çünkü her gün gelen kadar giden oluyor, 995 bine kadar istikrarlı olan bir şey, şimdi nasıl böyle oldu anlamıyorum.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

İstanbul Trafik Vakfı ne kazandırıyor ki kimsenin gıkı bile çıkmıyor?


Tatile çıkmadan önceki son yazılarımdan biri İstanbul Trafik Vakfı ile ilgiliydi.
Yıllardır bıkmadan yazdığım gibi, bu yazım da vakfın bir tür mafya gibi çalıştığı üzerineydi.
Vakfın üye listesini de sizlere sunmuştum.
Bu yazımla ilgi bu kez daha farklı seslerin çıkabileceğini düşünmüştüm.
Çünkü bu kez vakıf kadrosunu da yayınlayarak “Çoğu çok zengin ve güçlü olan bu insanlar toplanan paralardan kim bilir ne kadar yararlanıyorlardır?” diye sormuştum.
Bu sorumun gerekçesi şuydu tabii; İstanbul halkına çok eziyet eden ve mafya gibi çalışan bu vakıf anormal paralar topluyor. Hiçbir yatırımı yok. Bu durumda toplanan paralar üyelere dağıtılıyor. Bu para da o kadar büyük ki, hiçbiri şikayetlere kulak vermiyor bile. Havadan gelen parayı afiyetle yiyor.
İnanmayacaksınız ama şu geçen 15 günde sadece bir iş adamı tepki gösterdi.
Ömer Dinçkök vakfa zamanında Muammer Güler’in daveti üzerine girdiğini, vakfın amacının İstanbul trafiğine çözüm üretmek olduğunu, yazımı okuduktan sonra canınım çok sıkıldığını, bir araştırma yaptığını ve benzer şikayetleri duyduğu için de vakıftan istifa ettiğini söyledi.
Devlet görevlisi olarak da emniyet eski müdürlerinden Remzi Tan mesaj attı.
Hafta içinde buluşup konuşacağız, anlatacakları varmış.