MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

İstanbul Belediyesi’nde devletin bütün birimlerini ayağa kaldıracak ne tür gizli bilgiler olabilir acaba?


Hatırlayacaksınız, Ekrem İmamoğlu 31 Mart seçimlerini kazandığı halde yenilgiyi hazmedemeyen saray, seçimlerin yenilenmesine karar vermişti.
Ancak seçimlerin yenilenmesi kararı alınıncaya kadar prosedür gereği İmamoğlu’na mazbatası verilmiş, o da gidip başkanlık makamına oturmuştu.
Ekrem İmamoğlu göreve başlayınca belediye bilgisayarındaki bilgilerin kopyasını aldırmak istemiş, ancak mahkeme bunu durdurmuştu.
Şaşırtıcı bu gelişmeye gerekçe olarak “Kopyalamayı yapacak kişilerin yetkili olmaması” gösterilmişti.
Bundan kısa bir süre sonra sarayın seçim tekrarı kararı yürürlüğe girince İmamoğlu’nun mazbatası iptal edilip belediyeden çıkarılmıştı.
23 Haziran’a kadar bu konu pek konuşulmadı. Sonunda İmamoğlu seçimi ezici çoğunlukla kazanınca muhtemelen kimsenin aklına da gelmedi.
Ama her nedense geçen hafta sonunda Yeni Şafak Gazetesi sanki çok büyük bir skandalı ortaya çıkarmış gibi bu olayı tekrar gündeme getirdi.
“O kozmik odada neler yaşandı?” başlığı ile sunulan haberde çok garip ifadeler var.
Örneğin şöyle diyor haberde; “17 Nisan’da mazbatasını alan Ekrem İmamoğlu, bir gün sonra belediye müfettişlerinden Semra Ballı ve Kaya Albayrak ile dışarıdan belirlenecek 3 uzmana İBB’ye ait tüm veri altyapıyı kopyalama yetkisi verdi. Talimat, Selim Karabulut’un yönetimindeki İstanbul Bilgi İşlem Dairesi’ne ulaşmadan devletin tüm birimleri alarm durumuna geçti.”
Habere göre İmamoğlu’nun görevlendirdiği ekip, Bilgi İşlem Daire Başkanlığı’na gittiğinde Daire Başkanı Karabulut tarafından karşılanmış. Karabulut ekibe bu şekilde bir devir teslim yapılamayacağını, resmi yazıda kanuna aykırı durumlar olduğunu, kuruma resmi aidiyeti olmayanlara izin verilemeyeceğini söylemiş.
Hemen ardından AKP’nin yaptığı başvuru ile İstanbul 4. İdare Mahkemesi, İmamoğlu’nun talimatının yürürlüğünü durdurmuş.
Yeni Şafak’ın haberine göre bakın daha sonra ne olmuş; İmamoğlu ile ekibi veri-altyapı kopyalama konusunda ısrarlı olunca ilk temas MİT’ten gelmiş. Uluslararası nitelikteki soruşturmalarda, kurumdan hayati önemde teknik bazı destek alan MİT, olası bir sızıntının önüne geçilmesi için Bilgi İşlem Daire Başkanlığı’na bir ziyaret yapmış. Emniyet ve TSK’dan bazı isimler de Ankara’da ilgili birimlere endişelerini dile getirmişler.
Habere göre durum böyle gelişince Selim Karabulut, Ekrem İmamoğlu’na bilgi vermiş.
MİT’ten yapılan ziyareti anlatan Karabulut, kritik kurumlara milli güvenliği ilgilendiren konularda sağlanan teknik katkıyı detayına girmeden aktarmış. Bazı verilerin gizli kalması gerektiğini, ortaya çıkması durumunda ülke açısından sıkıntı doğurabileceğini söylemiş.
Ne kadar şaşırtıcı değil mi?
Bir büyükşehir belediyesi, MİT’e, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, istihbarat birimlerine nasıl bir hizmet verebilir ki?
Yeni Şafak onu da yazmış.
Meğer İBB Bilgi İşlem Dairesi, Maliye Bakanlığı’ndan sonra en fazla kayıt üreten kurummuş. Kopyalanmak istenen verilerin içinde vatandaşların tapu kayıtları, kimlik bilgileri ve banka kayıtları da varmış.
İstanbul’da yalnızca güvenlik kurumları tarafından bilinmesi gereken telsiz röle sisteminin detayları da bilgi deposundaymış.
Habere göre, altyapının kopyalanması durumunda diğer kurumlara sağlanan teknik desteğin izlerinin sürülmesi riski olduğu da belirtiliyor.
Hepsinin dışında çoklu güvenlik sistemi ile korunan veriler arasında Cumhurbaşkanlığı’na ait datalar da mevcutmuş.
Hepsini kabul edelim.
Peki İmamoğlu şimdi başkan.
İBB Bilgi İşlem Merkezi’ndeki bu çok gizli bilgiler hâlâ orada duruyor mu?
Yoksa İmamoğlu’nun mazbatasının iptalinden sonraki sürede bu bilgilerin hepsi boşaltıldı mı?
İmamoğlu’nun bu konuda kamuoyuna bir açıklama borcu vardır.
En azından İBB’de bütün devleti ayağa kaldıracak kadar çok gizli bilginin neden depolandığını açıklamalı.
İçeriği henüz sormuyoruz.

Bİ SORALIM BAKALIM

O paşalar bu memurdan utanmışlar mıdır?


İmamoğlu seçimi kazanıp mazbatasını aldığında elbette belediyenin bütün birimleri AKP’lilerin elindeydi.
Daha sonra güya “demokratik geleneklere uyduklarını” söyleyen ve istifa eden belediye müdürleri İmamoğlu ilk seçildiğinde kıllarını bile kıpırdatmamışlardı.
Muhtemelen sarayın iptal kararı alacağını biliyor ve bu kez seçimi kaptırmayacaklarına inanıyorlardı. Zaten muhtemelen gelen talimat da “İstifa etmeyin, bekleyin” yönündeydi.
İşte İmamoğlu’nun ilk başkanlığı günlerinde İBB Bilgi İşlem Dairesi’nin başında Selim Karabulut oturuyordu.
Başkan’ın talimatına rağmen bu kişi belediyenin “kozmik odası” olarak bilinen yere kopyalama için gelen görevlileri sokmamıştı.
Yeni Şafak, Karabulut’un “Ölürüm de bu bilgileri vermem” demediğini yazıyor ama sonuçta İmamoğlu’nun adamları o odaya giremediler.
Bu haberi okurken aklıma ister istemez Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kozmik odasına sokulan cemaatçiler geldi.
Bülent Arınç’a sahte bir suikast hazırlanmış, bunun bahane edilmesiyle devletin en önemli bilgilerinin bulunduğu kozmik odada arama yapılması kararlaştırılmıştı.
Zamanın komutanları, iktidardan gelen bu talimata karşı en küçük bir tepki bile göstermeden, kim olduğunu hiç bilmedikleri bir kişiyi günlerce kozmik odada tutmuşlar, bütün belgeleri kopyalamasına göz yummuşlardı. Sonunda o şahsın aslında devlet için değil Fetullah Gülen cemaati için çalıştığı ortaya çıkmıştı.
7.5 milyon sayfa tutarındaki bilgiler ise uçup gitmişti.
Yani koca ordunun, koca koca generalleri, bir belediye müdürü kadar bile yürekli davranamamıştı kısacası.

BUNU YAZMAK GEREK

Sondaj gemisi korunuyor ama olumlu haber hâlâ yok


Doğu Akdeniz’de neler oluyor, bundan kamuoyunun pek haberi yok.
Sadece “Buradaki haklarımızı kimseye yedirtmeyiz” edebiyatını dinliyor millet.
Ve sanıyorum bir kısım vatandaşımız, AKP iktidarının burada da dünyaya meydan okuduğuna inanıyor.
Öyle ya, devletin önde gelenleri ikide bir “Bize kimse karışamaz. Sondaj gemilerimiz bölgede, müdahale etmeye kalkan cevabını alır” demeçleri veriyorlar.
Ancak bu haberleri yayan medyada sondaj gemilerinin ne yaptığı ile ilgili hiç bilgi yok.
Nitekim devletin önde gelenleri de bu konuda bilgi vermiyorlar.
Askerler ise sadece sondaj gemisini nasıl koruduklarını anlatıyorlar.
Havadan çekilmiş fotoğraflar sayesinde sondaj gemimizin etrafında yüzen savaş gemilerimizi görüyoruz.
Oysa asıl şu sorulmalı; “Sondaj gemilerimiz şu ana kadar ne yaptı?”
Öyle ya, madem hiçbir baskıya boyun eğmeden bölgede araştırmalar yapıyoruz, hiç mi olumlu sonuç almadık? Petrol ya da doğal gaz bulduk mu, bulduysak nasıl çıkaracağız ve nereden nakledeceğiz, bunları bilmek hakkımız değil mi?”
Hayır değil.
Bizden istenen, “dünyaya kafa tutan süper lider efsanesine” inanmamız.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Erdoğan, parti kurma hevesinde olanları “ümmeti bölmekle” suçlayacakmış


İktidarın Hürriyet’teki sözcüsü Abdülkadir Selvi’nin dünkü yazısı yine saray kaynaklı bilgilerle doluydu. Selvi Erdoğan’ın siyasi çalışmalarına bayramdan sonra başlayacağını belirtiyor.
Yeni gündemin, AKP’den koparak parti kurma hazırlığı içinde olanlara karşı uygulanacak yöntemler olacağını ileri süren Selvi, “Erdoğan, partideki muhalefeti iki yönden vuracak” diyor. Bunlardan birincisi Gül-Babacan ve Davutoğlu’na “Ümmeti bölüyorsunuz” suçlaması yapmakmış.
Diğeri ise “Davaya ihanet ediyorlar” olacakmış.
Benim kafam “ümmeti bölme” konusuna takıldı.
Buradan çıkan anlama göre; Erdoğan, partisini ümmetin toplandığı yer olarak görüyor.
Kısacası AKP’ye oy verenler, Müslümanlar yani ümmet.
Peki AKP’ye oy vermeyenler?
Türkiye’de artık siyaset böyle yapılıyor. Cumhuriyet’in temel değerleri ayaklar altına alındığı gibi, milletin bir bölümü de “ümmet” olarak niteleniyor.
Ama inanın bu mutlaka değişecek.
Türkiye aydınlığı tekrar bulacak.
Zaten sarayın korkusu da bu.

BAŞIMDAN GEÇENLER

İyi ki dönüşte yeni otoyolu kullanmamışım


Bir günlük Kuşadası seyahatimde Akhisar’dan itibaren İzmir’e kadar yeni yapılan otoyola girdiğimi yazmıştım sizlere.
Meğer o benim şansımmış.
Otoyolun resmi açılışı bir gün sonra olacakmış zaten ama bazı bölümler hizmete açılmış.
Gidiş yolunda otoyolun sadece bu bölgede açıldığını sanmıştım.
Oysa böyle değilmiş. Otoyol İzmir İstanbul yönünün tamamında hizmet veriyormuş.
Bunu gördüğüm halde “şeytan dürttü” ve girmedim.
İyi ki girmemişim.
Yoksa İstanbul’a kadar 250 liraya yakın para ödeyecekmişim.
Gerçi Bursa’dan sonrasını ve Körfez Köprüsü’nü kullanarak zaten 150 liralık bölümünü kullanmış oldum ama ne çare artık.
Bu arada otoyolun sahiplerine sormak istediğim bir şey var.
Körfez Köprüsü’nü geçip TEM’e varıncaya kadar 4 kez gişelerden geçiyorsunuz.
Oysa TEM Otoyolu’nda İstanbul’dan bir giriyorsunuz, Ankara çıkışına kadar başka gişe yok, çıkışta 25 lira ödüyorsunuz.
Kuzey Otoyolu’nda da neden kartınız girerken okutulmuyor ve son çıkışta ödeme yapılmıyor da kafa karıştırıcı biçimde zırt pırt para kesiliyor?