ANALİZ

Soçi’de ortak söylem var gibi ama kastettikleri teröristler çok farklı


Bizim medyamıza baktığımızda Soçi’de yapılan üçlü zirveden yine bir destan çıkardığımızı düşünebilirsiniz.
Bir kere gazete başlıkları neredeyse aynı, yandaş, tetikçi medyada.
“Çözüme hiç bu kadar yaklaşmamıştık” diyorlar örneğin.
“Bütün liderler terörle mücadele için ortak karar aldılar” iddiası var.
Düz mantıkla bakıldığında doğru gibi görünebilir.
Zaten fazla düşünmeyen, duyarlılığı da düşük kesimler, bu düz mantıkla etkileniyor.
“Türkiye her zaman olduğu gibi dünya devlerine yine ayar veriyor.
Erdoğan ne söylüyorsa, diğer liderler de onun söylediklerini tekrar ediyorlar.”
Ancak gerçek durum bu değil.
Rusya ve İran genel açıklamalarında “terörle mücadelenin çok etkin olacağını” söylüyorlar elbette ama fark şu;
İran ve Rusya’nın kastettiği teröristler, öncelikle İdlib ve çevresinde yuvalanmış olan kan emici IŞİD’liler.
Erdoğan’ın kastettiği teröristler ise PYD’liler.
“Teröre karşı etkin mücadele” söylemi, liderlerin ortak açıklaması gibi görününce bu fark arada kaynayıp gidiyor ki, zaten iktidarın amacı da bu.
Bu kanıya nasıl varıyorum?
Çok basit; ne İran, ne Rusya, ne de dünyanın bir başka ülkesinin yetkili isimleri, terörden söz ettiklerinde asla ve asla PYD’yi  YPG’yi ağzına almıyor.
Çünkü bu örgüt Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından terörist olarak algılanmıyor.
Erdoğan ise asla ve asla IŞİD’lileri terörist olarak ağzına almıyor. Terörist kelimesini kullandığı an arkasına mutlaka PYD adını eklemek zorunda hissediyor kendini.
Peki bu konuda Erdoğan belirleyici mi gerçekten?
Kesinlikle hayır.
Sadece Soçi’den çıkan son mesaja bakıldığında bunun böyle olmadığını görüyoruz zaten.
Rusya ve İran liderleri, İdlib’i açıkça anarak “Buradaki terör kontrol edilemez hale gelirse müdahale edilecek” diyorlar ve bunda en büyük payın Türkiye’ye düşeceğini söylüyorlar.
Çünkü Erdoğan, İdlib konusunda bu iki ülkeye söz vermiş durumda.
Rusya ve İran, Fırat’ın doğusu konusunda ağızlarına PYD’yi hiç almadan, “Türkiye’nin sınırlarındaki güvenlik endişelerini anlıyoruz” diyerek açıkça yan çiziyorlar ve Erdoğan’a adres olarak Şam’ı yani Esad’ı gösteriyorlar.
Rusya daha önce ortaya attığı “Adana Mutabakatı” konusunu son zirvede de dile getirerek “Bu anlaşmayı gözden geçirirseniz sizin için de iyi olacak” dedi yine.
Erdoğan ise Türk kamuoyuna sunulan “destan edebiyatına” leke sürdürmemeye de özen göstererek “Geleceğimizi 1998 tarihli Adana Mutabakatı çerçevesinde değerlendiriyoruz” diyor ve Putin’e “söz dinleyeceği” konusunda bir tür güvence veriyor.
Bir daha tekrarlayayım uzun zamandır söylediğimi, dışişlerinde tel tel dökülüyoruz, diplomatik alanda ne itibarımız ne ağırlığımız ne de inandırıcılığımız kalmadı.

ÖNERİ

“Gıda teröristleri” ortada duruyor, harekete geçin işte


İktidar sanki uzaydan birileri gelmiş de meyve sebze fiyatlarını uçurmuş gibi “gıda teröristlerine savaş açtıklarını” söylüyor.
Bu amaçla işportada tanzim satışlar kuruldu. Nereden ve kaça aldığı belirsiz sebzeler burada çok ucuz fiyatlara satılıyor.
Hesapta bu sayede marketler, manavlar ve pazarcılar da hizaya girdi. Hepsi fiyatları düşürdü.
İyi de o hizaya gelen marketler, manavlar ve pazarcılar demek ki düne kadar halkı bilerek ve isteyerek kazıklıyorlarmış.
Yani bir başka anlatımla halk soyuluyormuş, büyük bir hırsızlık yapılıyormuş.
Buna rağmen iktidar hâlâ kılını bile kıpırdatmıyor, elinin altındaki suçluları yakalamak ve yargıda hesap sormak yerine, yine mağduru oynayarak ağlaşmaya devam ediyor.
Oysa sorunun çözümü çok kolay.
Daha önce “tutuklayın bunları” demiştim.
Tutuklansınlar bu zincir marketlerin sahipleri ve bu şirketlere de kayyum atansın.
Bu iktidar beğenmediği kişilerin şirketlerine kayyum atıyor, beğenmediği belediyelerin başına kayyum oturtuyor.
Burada suç çok açık ve sabit. Üstelik failleri de apaçık ortada.
Bunca market kapatılamayacağına göre, hepsine kayyum atansın ve tanzim satışlar hem işportadan kurtarılsın, hem de tüm yurtta vatandaşlar ucuz sebze meyve yesin.
Ama o zor işte.
Çünkü o zincir marketlerin sahipleri AKP’li.
Zaten buradaki asıl amaç da halka ucuza sebze yedirmek değil, “pahalılığa halk yararı için savaş açmış bir iktidar görünümü” vermek.
İyice yoksullaştırılmış ve bir kutu yiyeceğe bile muhtaç hale getirilmiş geniş yığınların bundan etkilenmemesi mümkün değil.
Muhalefet konuyu alaya alacağına, durumu lehine çevirecek yöntemler aramalıdır.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Şu CHP’de hiç iyi avukat yok mu?


Sizin de dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum ama CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun sürekli tazminat ödemeye mahkum olmasına ben çok şaşırıyorum.
Sadece Man Adası iddiaları yüzünden bir milyon liranın üzerinde tazminat ödemeye mahkum edildi Kılıçdaroğlu.
Hatta bu paraların ödenebilmesi için milletvekillerine “salma” bile çıkarıldı. Her milletvekili maaşlarının bir bölümünü Kılıçdaroğlu’nun kaybettiği paraların ödenmesi için partiye bağışlıyor.
En son AKP’nin Ankara Belediye Başkan adayı Mehmet Özhaseki 20 bin lira tazminat kazanmış.
Kazandığı parayı da tahsil etmiş.
Bu parayla sokak ortasına döner tezgahı kurdurmuş, gelene geçene bedava “Kılıçdaroğlu döneri” dağıtmış.
Belli ki Kılıçdaroğlu kendisine karşı açılan tazminat davalarının çoğunu kaybediyor.
Tamam “bağımsız yargımız yukarıdan gelen emirlere göre hareket ediyordur” diyebilirsiniz ve kuvvetli bir olasılık ama yine de bu kadar çok tazminat davası kaybedilmesi tuhaf.
Muhtemelen CHP’nin hukukçuları son derece yetersiz.
İkincisi CHP bunca ağır hakarete uğramasına rağmen demek ki karşı davalar açmıyor.
Sadece CHP’ye yönelik davalar açılıyor ve bunlar da pek becerikli olmayan avukatlar tarafından hep kaybediliyor.
Bu kadar çok dava kaybedilmesi ciddi bir itibar kaybına da neden oluyor, bunun da bilinmesi gerek.

ŞAŞIRDIM

Kaşıkçı cinayetini kendi kendimize çürütüyor gibiyiz


Dünyanın en garip cinayetlerinden biri Türkiye’de işlendi biliyorsunuz.
Suudi Arabistan Kraliyet Ailesi’ne muhalif olmasıyla bilinen gazeteci Cemal Kaşıkçı, evlilik işlemleri için girdiği Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’ndan bir daha çıkmadı.
Kaşıkçı, konsolosluğa 2 Ekim 2018 tarihinde girmişti.
Aradan tam 4.5 ay geçti.
Akıbeti hâlâ belli değil.
Öldürülmüş olduğu konusunda herkes hemfikir ama bunun nasıl olduğu hâlâ sır.
Çünkü ortada ceset yok.
Katil de yok.
Buna karşın ortaya atılan pek çok iddia var.
Bu iddiaların hepsi de Türkiye tarafından ortaya atıldı.
Kaşıkçı’nın boğularak öldürüldüğü, sonra da parçalara ayrıldığı söylendi.
Bu parçaların Suudi Arabistan’dan cinayet için gelen “diplomatik kurye” olarak ülkemize girip çıkan 15 kişilik katil çetesinin çantalarına konularak dışarı çıkarıldığı ileri sürüldü.
Daha sonra Kaşıkçı’nın parçalanmış cesedinin üzerine asit döküldüğü ve tüm bedenin eritilerek yok edildiği söylendi.
Şimdi de cesedin konsolosluktaki tandırda yakıldığı belirtilen bir emniyet raporu çıktı ortaya.
Bu iddiaların hepsi de Türk resmi kaynaklarından elde edildi.
Kendi ülkenizde işlenen bir cinayetin tüm ayrıntılarını biliyorsunuz, cinayet işleyenlerin kimliklerinden haberiniz var, bu kişilerin kebapçıdan ısmarladığı etlere kadar her şeyi izlemişsiniz, cinayet anının ses kayıtları bile elinizde ama her nasılsa katiller elinizden uçup gitmiş, cesedi bile bulamıyorsunuz.
Üstüne bir de her ay farklı bir senaryo ile dünya kamuoyunun karşısına çıkıyorsunuz.
Uluslararası alanda bir ciddiyetiniz kalır mı?