Bundan 6 yıl önce yani 2013 yılında Ankara’da kişi başı gelir ne kadarmış, biliyor muydunuz?
17 bin 590 dolar.
Peki sonra?
Yıllar itibarıyla azala azala 2017’de 14 bin 253 dolara kadar düşmüş.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri, Ankaralının gelirinin 5 yılda 3.337 dolar küçüldüğünü gösteriyor.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 686 sayılı kanun hükmünde kararname (KHK) ile ihraç edilen Doç. Dr. Utku Balaban’ın TÜİK verilerinden derlediği bu bilgilerin, tabii ki İstanbul’u da var.

★★★

İstanbul’da 2013 yılında 20 bin 726 dolar olan kişi başı gelir, 2017’de 17 bin 827 dolara geriliyor. TÜİK verileri, İstanbullunun gelirinin 5 yılda 2.899 dolar küçüldüğünü gösteriyor.
Dr. Balaban, sosyal medya hesabından bir seri halinde paylaştığı bu veri ve yorumlar ile ekonomik daralmanın seçime etkisi üzerine tahmin ve öngörülerini paylaşıyor. Ankaralı ve İstanbullu seçmenlerin yarısının iktidar partisine oy vermesi halinde ekonomik daralmanın seçim üzerindeki etkisinin sınırlı kalmış olacağı görüşünde.
Buradaki can alıcı ifade, “seçmenlerin yarısının iktidar partisine oy vermesi”. Çünkü sahadaki ölçüm ve emareler, bu kez seçmenlerin yarısının iktidar partisine oy vereceğini göstermiyor. Ekonomideki bozulma kadar, iktidarın mali otoriteyle kontrol ettiği medya gücünü de kullanarak rakibi şeytanlaştırmasının da sandığa bu kez negatif yansıması bekleniyor.

★★★

Ekonomideki yavaşlamanın geçen ağustostaki döviz şokundan bu yana derinleştiği malum.
Memleket değil iktidar için “beka” sorununa dönüşen yerel seçim yaklaştıkça, yeni bir döviz krizinin tırmanmasından ne kadar korkulduğunun belirtileri ortaya çıktı. “Bağımsız” ekonomi yönetiminin, sırf 1 Nisan sabahına kazasız belasız çıkılabilsin diye görülmemiş yöntemleri uygulaması ise orta vade için ciddi kaygı uyandırıyor.

★★★

Adaletsizlik ve yoksulluk derinleştikçe, iktidar ve yakınındakilerin, kamu kaynakları üzerinden kurulmuş büyük nema düzenini bırakmamak için geliştirdikleri maskeler ve hamaset iyiden iyiye görünür halde.
Krizi yönetemeyen iktidar, ekonominin gündem olmaması için kitleleri korkutma,  “sürekli pusuda bekleyen ve fırsat buldukça taarruza geçen” düşmanların varlığına inandırma, tehdit ve hakaret bombardımanına tutuyor. Bu taktiklerin derinleşen yoksulluk ve işsizlik realitesi karşısında bir gelecek hayali sunma kapasitesine sahip olmadığı da varlığını hissettiriyor.
Geçen haftaya kadar seçimde oy vermemeyi düşünen farklı siyasi görüşlere sahip pek çok yurttaşın; yıkıcı, şeytanlaştırıcı dil nedeniyle fikrini değiştirdiği konuşuluyor, biliniyor.
Türkiye 9 yıldır seçim yorgunu bir ülkeye dönüştü.
31 Mart seçimlerinde, bu yorgunluğun psikolojisi de şüphesiz etkili olacaktır. Pazar günü, bir yandan yoksullaşma, işsizlik, bir yandan ağır adaletsizlik, diğer yandan sahadan her gün kafalara kulaklara boca edilen hakaret ve ötekileştirmenin nasıl etki edeceğini göreceğiz.
Seçimin -her türlü güvenliği- ve adil bir zeminde geçmesine izin verilip verilmeyeceği hususu ise bütün bu yazıda anlatılanların tümünden daha belirleyici bir role sahiptir.