İktidar ve muhalefet, Türkiye’nin hava savunma sistemindeki açığın, farklı ve daha ekonomik bir alternatif  ile kapatılamadığı, başka bir deyişle S-400’e mecbur kalındığı görüşünde mutabık kaldı.
S-400 alımının “batılı müttefiklerimizle” ilişkilerimizi bozacağını, medyamızın yansıttığı “S-400 ve Putin hayranlığının”, orta ve uzun vadede Rusya ile yaşanabilecek kriz potansiyeli nedeniyle dayanaksız olduğunu anlatanlar da oldu.
15 Temmuz konusunda da hem iktidar, hem muhalefet, FETÖ’cülerin kanlı darbe girişimine karşı tek vücut oldu. Bir taraftan şehitler yad edildi, diğer taraftan darbecilere karşı demokrasi direnişi sahiplenilip, yüceltildi. İktidar, 15 Temmuz haftasında Ankara’daki kamu kurumlarına sadece bayrağımızı ve Atatürk posterini asarak, muhalefet tabanından 15 Temmuz konusunda destek beklediğini gösterdi.
Buna karşın, S-400 konusunda olduğu gibi, 15 Temmuz konusunda da iktidar ve muhalefetin ortak görüşünü benimsemekle birlikte o gece yaşanan bazı gelişmelere, FETÖ ile mücadelede yaşanan aksaklıklara ve işin siyasi ayağına dair soru işaretlerine dikkat çekenler vardı.
Dikkat ettim, hem S-400, hem 15 Temmuz konusunda ortak görüş dışında kalan görüşler hakim görüşü savunanların hedefi oldu. Farklı görüşleri dile getirenler hedef tahtasına konarak, itibar linçine, hakaretlere maruz bırakılarak susturulmaya çalışıldı.

“MUTLAK DOĞRU BİZİMKİ”

Bu yaklaşımın altında “bizim görüşümüz mutlak doğrudur” yaklaşımı yatıyor.
Ne yazık ki hem iktidarın hem muhalefetin ortak tavrı haline gelen bu yaklaşım, ifade özgürlüğüne en büyük darbeyi indiriyor.
Kafamda bu düşüncelerle Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıkmaya hazırlanıyor, bir yandan da gelen mesajlara bakıyordum.
Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu ile yaptığım röportaja bazı SÖZCÜ okurları ile CHP seçmenlerinin gösterdiği tepki ağırdı. Kimisi beni sildiğini, bir daha okumayacağını bile söylüyordu.
Beğendikleri görüşleri yazarken/ yorumları yaparken alkış tutan okurların ya da siyasetçilerin, istemedikleri bir görüş ya da yorumla karşılaştıklarında gösterdikleri vefasızlığa bütün gazeteciler gibi ben de alışıktım ama yine de üzüldüm.

GALİLEO’NUN ISRARI, SİNAN’IN HOŞGÖRÜSÜ

Moralimin bozulduğunu gören kızım, önüme ince bir kitap koydu ve “yolda okursun” dedi. John Stuart Mill’in 1859’da yazdığı, “On liberty-Özgürlük üzerine” kitabının ikinci bölümündeki “Of the liberty of thought and discussion- Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine” başlıklı denemeydi.
Mill, 1859’da yazdığı bu makalede “basın özgürlüğünün demokrasinin en önemli güvencelerinden biri olduğu” fikrinin savunulmasını gerektirecek günlerin geride kaldığına dair umudunu dile getirmişti. Tam 160 yıl sonra o satırları okurken, hala basın ve ifade özgürlüğünü savunmak zorunda kaldığımızı düşünüp gülümsedim.
Mill’in şu satırlarının altını çizdim:
“Yasama ve yürütme organlarının halkın neler düşünmesi gerektiğine, hangi öğretileri ya da görüşleri duymasına izin verebileceğine fırsat tanımamak gerekir. Bir düşünceye karşı zor kullanma, o düşünceyi susturma konusunda en iyi devlet ile en kötü devlet arasında hiçbir fark yoktur. Bir düşüncenin, yanlış olsa bile, ifade edilmesinin engellenmesiyle imza atılan kötülük, sadece o düşüncenin sahibine, o kişinin mensubu olduğu ulusa, dine değil, bütün insanlığa karşıdır.”
Düşünebiliyor musunuz? 160 yıl sonra, bugün, hala yöneticiler her konuda ne düşüneceğimize, neyi savunacağımıza karar vermek istiyor.
Galileo, “dünya yuvarlaktır” dediğinde yalnızdı ve hem yöneticiler, hem halk aksine inanıyordu.
Tarih, aksi görüşler susturulduğu için karar vericiler tarafından “bugünün çözümü” sanılıp, geleceğin sorunlarının kaynağı olan adımlarla dolu.
Mimar Sinan’ın ustalığı, biraz da “minare eğri” diyen çocuk ikna olsun diye, minareye ip bağlatıp düzeltir gibi yapacak kadar hoşgörülü olmasından gelmiyor mu?