Şimdilerde kaldı mı bilmiyorum ama bizim öğrencilik yıllarımızda karşıt iki görüşün kalabalık grupların önünde tartışıldığı münazaralar çok yapılırdı.
Münazara tarzı bir tartışmanın bir kitle iletişim aracı vasıtayla ilk yapıldığı tarihin 1956, konusunun da Amerikan Komünist Partisi’nin kapatılıp kapatılmayacağı olduğu söylenir.
Zira, o tarihte Sovyetler Birliği’nin Macaristan’ı işgali, Kuruşçev’in 20. Parti Kongresi’nde Stalin’in imza attığı katliamları ifşa etmesi, ABD’de “McCartyciliğin” yükselişi, ABD Komünist Partisi’ni çok zor durumda bırakmış ve kamuoyundaki yüksek tepki, böyle bir tartışmaya önayak olmuştu.
O tartışma çok ses getirmiş olsa gerek 1960’da başkanlık seçimine giren Nixon ile Kennedy aynı yönteme başvurmuştu. Bu kez program sadece radyodan değil TV’den de yayınlanmıştı. Genç Kennedy’nin, Televizyon tartışmasına kötü bir makyaj ve sakat bir diz ile çıkan Nixon karşısında üstünlük sağladığı, seçimi de bu sayede kıl payı kazandığı yorumları yapılmıştı.

ÖZAL’I PARLATAN YAYIN

Türkiye’de kameralar önündeki ilk siyasi tartışma 1983 Seçimleri öncesinde, HP lideri Necdet Calp, MDP lideri Turgut Sunalp ve ANAP lideri Turgut Özal arasındaydı. Özal, belki de o tartışma sayesinde, darbecilerin dahi desteklediği rakibini geride bırakıp tek başına iktidar olmuştu.
Benzer bir tabloyu en son 2008’in Aralık ayında o tarihte Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan Melih Gökçek ile CHP Milletvekili olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun “düellosunda” izlemiştik.
Ne yazık ki AK Parti, iktidar olduğu yıllarda, rahat seçim zaferleri nedeniyle bu tür yayınlara hiç sıcak bakmamıştı. 31 Mart seçimlerine dek bırakın parti liderlerini, herhangi bir AK Parti’li dahi, başka parti temsilcileriyle aynı canlı yayınlara katılmıyordu.

YILDIRIM ÖNERDİ İMAMOĞLU KABUL ETTİ

Türkiye uzun süre sonra ilk kez bir seçimde yarışan iki siyasetçiyi aynı ekranda görecek. İstanbul adayları Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım, gazeteci İsmail Küçükkaya’nın yönetiminde 16 Haziran’da saat 21:00’de bir ortak yayına katılacaklar.
Biliyorsunuz, iki aday da yayın konusunda hem fikir olunca, AK Parti Mahir Ünal’ı, CHP Engin Altay’ı görevlendirmişti. Daha önce duayen gazeteci Uğur Dündar’ı öneren Binali Yıldırım, Dündar tartışmayı yönetmeyi reddedince bu kez İsmail Küçükkaya’yı teklif etti. İmamoğlu da tereddütsüz kabul etti.
Ünal ve Altay, adayların ve parti liderlerinin görüşleri doğrultusunda programın formatını da konuştu. İlk başta toplam 20 soru sorulması ve her adaya iki dakika süre verilmesi konuşuldu. Ancak, bu tür bir kararın hem adayları hem programı yönetecek olan gazeteciyi kısıtlayacağı görüşü hakim olunca, format tamamen İsmail Küçükkaya ile adaylara bırakıldı.
Programda İsmail’in, ABD’deki başkan adaylarının tartışmalarında olduğu gibi  aynı soruyu iki adaya birden yöneltip, her birine aynı süreyi vererek yanıtlarını alması bekleniyor.
ABD’de en son 2016’da H.Clinton ile D. Trump arasındaki yarışı biri ABC’den(kadın), diğeri CNN’den(erkek) iki moderatör yönetmişti (İki yönetici olmasını, birinin kadın, diğerinin erkek olmasını özellikle vurguladım. Çünkü, tartışmayı İsmail ile birlikte HaberTürk’ten Didem Arslan Yılmaz’ın yönetmesi, hem iki aday, hem Türkiye açısından da çok şık bir görüntü ortaya çıkarırdı diye düşünüyorum).
ABD’deki tartışmada konu başlıkları bir araştırma şirketi tarafından tespit ediliyor ve o soruları stüdyoya alınan seçilmiş vatandaşlar soruyor. Program yöneticileri de canlı yayın sırasında gelen izleyici sorularını başkan adaylarına yöneltiyor.
İmamoğlu-Yıldırım tartışmasında konuların ve soruların kim tarafından nasıl belirleneceğine İsmail ile adaylar birlikte karar verecek.
ABD’deki program 90 dakika sürmüştü. İmamoğlu-Yıldırım tartışmasının da 2 saate yakın sürmesi beklenebilir.

KİMİN İŞİNE YARAYACAK

Biraz önce de yazmıştım. AK Parti kazandığı yıllarda bu tür tartışmalara hiç vize vermemişti. Bu çerçevede dile getirilen “kaybedince istediler” yorumları da İmamoğlu’nun artı hanesine yazılıyor. Çünkü, 31 Mart seçimlerinden zaferle çıkarak, AK Parti’ye 17 yıldır uzak durduğu bir yöntemi kabul ettirdiği ve bu sayede demokrasiye, uzlaşma kültürüne daha şimdiden büyük katkı sağladığı algısı oluştu.
Diğer taraftan, Yıldırım’ın İmamoğlu’ndan daha fazla TV kanalı ve gazete tarafından takip edilip, daha çok yayına çıkmasına karşın, kendi tabiri ile “sesini duyurmakta” zorlandığı biliniyor. Bu da ortak yayında Yıldırım’ın bugüne dek ulaşamadığı kadar izleyiciye ulaşacağını ve  sesini duyurabileceğini gösteriyor.
Yıldırım’ın bir diğer avantajı da partisi “kutuplaştırma” ile itham edilirken ortak yayına “evet” diyecek kadar “cesur”, “uzlaşmacı”, “özgüvenli” olduğu algısının ortaya çıkması olacak.
Şahsen, seçmenlerin büyük ölçüde kararlarını verdiğine inanıyor, ortak yayının seçmen eğilimlerinde çok büyük değişikliğe yol açmasını beklemiyorum."
Ancak özlediğimiz o fotoğrafla Türkiye kazanacak.
O fotoğrafın ortaya çıkmasını sağlayacak iki siyasetçi de (kazanıp kaybetmelerinden bağımsız bir şekilde) Türkiye’nin demokrasisine ve makulün güçlenmesine yaptıkları katkı sayesinde Türkiye siyasetinin geleceğinde önemli süreçlere öncülük edecekler.
Hem İsmail Küçükkaya’ya hem adaylara başarılar diliyorum.