Lisede fizik yazılısındaydık.
Yazılı yemekhanede yapılıyordu.

(Gözünüzde canlansın diye yemekhane binasını biraz anlatmak isterim:
100-150 metre uzunluğunda, 30-40 metre genişliğinde tek katlı bir binaydı. Büyük ihtimalle Rus ordusuna ait bir süvari birliğinin at ahırından dönüştürülmüştü. Köy Enstitüsü zamanında bir ucuna sahne, diğer ucuna mutfak yapılmıştı.
Mutfak ile sahne arasındaki uzun boşluğa, 16 kişinin oturup ortak karavanadan yemek yediği, muşamba kaplı masalar iki sıra halinde dizilmişti.)

Her masanın köşesine bir öğrenci oturtulmuştu. İki öğrenci arasında bir boşluk ve bir masa vardı.
Arkadaşlar sınavdan önce uzunca bir silgi tutuşturdular elime. Doğru şıkları o silgiye yazıp bir arkamdakine atacaktım. O da yazıp arkasındaki arkadaşa...
Dedikleri gibi yaptım.
Arkamda Erkan oturuyordu. Gözetmen öğretmenin arkası dönükken silgiyi ona fırlattım.
Aldı, yazmaya başladı.
Bir ara “3, C mi” diye sordu.
Kağıdıma bakıp, “evet” diye seslendim ama durum komik geldiği için gülüyordum. Yan masadaki arkadaşlar da gülüyordu.
Zaman zaman birbirimize kötü şakalar yapardık. Sanırım Erkan gülmemizden yola çıkarak kendisine şaka yaptığımızı sandı ve “de vallah” diye bağırdı.
Kars’ta bir şeye inanmakta zorlanan insanların ilk refleksidir “de vallah”.
“Vallaha” dedim.
Bir süre sonra çat diye bir ses duydum.
Öğretmen sinirli bir şekilde, “Hem kopya veriyor, hem de adama inanmıyorsun” diyordu.
Bütün yemekhaneden gülüşme sesleri gelince, ben de arkama bakmadan gülmeye başladım. Ancak 15-20 saniye geçmemişti ki ensemde sert bir şaplak hissettim.
Öğretmenin eliydi.
“Radyo vericisi misin sen? Bütün sınıfa yayın mı yapıyorsun” diyordu.
“Vallaha yok” diyesim geldi ama suçüstü durumu vardı ve doğru olmazdı. Başımı önüme eğip sustum.
Şimdilerde ne zaman lise arkadaşlarıyla buluşsak bir birimize “de vallah” diye takılırız.
Şu bayram günlerinde bu hikayeyi neden hatırladım ve niye paylaştım biliyor musunuz?
Eski Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, memleketi Afyon’da Millet İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’ndan söz ederken, cümleye "CHP'nin adayı, ismini bile bilmiyorum şu anda...” diye başlayınca, (tıpkı Erkan gibi) gayri ihtiyari “de vallah” dedim ekran başında.
AK Parti’lilerin “Yunanistan CHP’nin adayını destekliyor...”, “Oyları çalmışlar”, “İmamoğlu bir genci tokatladı”, “İmamoğlu PKK ve FETÖ’ye ‘gelin birlikte yönetelim’ çağrısı yaptı” gibi zemini olmayan cümleler kurup, bu cümlelere inanıyor görünmesini, hatta inanmasını seçim atmosferinde “siyaseten” anlaşılabilir buluyorum.
Ancak, İmamoğlu’nun adını sağır sultan bile duymuşken bu ülkede bakanlık yapmış Profesör ünvanlı birinin “CHP’nin adayı, ismini bile bilmiyorum şu anda...” ifadesini “siyaseten” diyerek açıklamakta zorlanıyorum.
Anlaşılan Sayın Eroğlu, partisinin “Ekrem İmamoğlu’nun adını anmayın, ‘CHP Adayı’ deyin” kararına uymaya çalışmış ama “adını dahi bilmiyorum şu an” diyerek durumu biraz abartmış.
Kitapları yok satan, filmleri gişe rekorları kıran Harry Potter serisinde, kötü karakter Lord Voldemort’tan söz edilirken ismi anılmaz, “adı anılmaması gereken kişi-who must not be named” ya da “kim olduğunu biliyorsun – you know who” denilirdi.
Yakında AK Parti’liler İmamoğlu’na “CHP’nin adayı” demeyi de bırakıp, “adı anılmaması gereken kişi” ya da “kim olduğunu biliyorsun” diye seslenirse şaşırmayacağım.
Durum komik mi trajik mi bilemedim.
Daha nice sağlıklı, huzurlu, mutlu ve umutlu bayramlarınız olsun.