Türkiye çok ilginç bir ülke oldu.
Her şeyi uçlarda yaşıyoruz.
Bir uçtan diğer uca savrulup duruyoruz.
İşte size bir örnek:
Temmuz ayında Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi toplantısında muhalefet kanadı, Kurban Bayramı gibi 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda da toplu taşıma araçlarının ücretsiz olması için önerge vermişti.
Belediye Başkanı Alinur Aktaş, törenlerin sadece protokol tarafından yapıldığını, halkı ilgilendirmediğini, haliyle toplu taşım kullanımını artırmadığını gerekçe göstererek bu talebe karşı çıkmıştı.
Aktaş’ın sözleri “30 Ağustos halkı ilgilendirmiyor” olarak anlaşıldığından kıyamet koptu. Mesele Bursa sınırlarını aşıp bütün Türkiye’nin gündemine oturdu.
Başkan Aktaş hemen “Ben törenlerin protokol tarafından yapılmasını ve halkın katılımı olmadığını kastettim” gibi bir savunma geliştirdi.
Bu vesileyle başkanın 30 Ağustos’u nikahını bilinçli bir şekilde o güne denk getirecek kadar önemsediğini öğrenmiş olduk.
Kamuoyu baskısı galip geldi ve 30 Ağustos günü vatandaşlar Bursa’daki toplu taşıma araçlarını ücretsiz kullanabildi.
Kaderin cilvesine bakın ki Bursa Büyükşehir Belediyesi, 30 Ağustos’un anlam ve önemini anlatan videosu için, ilk başta 30 Ağustos günü ücretsiz olmasına gerek görmediği bir toplu taşım aracını mekan seçti.
Aktaş’ın sosyal medyada bizzat paylaştığı videoda tiyatrocular o toplu taşıma aracını kullanan insanlara Bursa’nın işgal altında olduğu iki yıl boyunca TBMM kürsüsünde kara bir örtü kaldığını ve büyük zaferi anlatıyordu.
Videoyu izlerken kendimi “Büyük Zafer olmasa 10 gün sonra Bursa nasıl kurtulurdu. 30 Ağustos 2 yıl boyunca işgal altında kalan ve 10 Eylül gecesi kurtulan Bursa halkını ilgilendirmez olur mu hiç” derken buldum.
Bir siyasetçinin sırf muhalefetin isteğini reddetmek için ortaya koyduğu ilk tavır ile geldiği son nokta arasındaki farkı görüyor musunuz?
Ne dersiniz?
AK Partili Aktaş, 30 Ağustos’un iki siyasi parti arasındaki çekişmeye malzeme olmayacak kadar önemli bir gün olduğunu anlamış mıdır?



Diyanet İşleri Başkanlığı, 30 Ağustos günü Cuma’ya denk gelince “Vatan Bize Emanettir” başlıklı hutbesinde Büyük Zaferi konu aldı. Ancak hutbede zaferin mimarlarından Başkomutan Atatürk anılmayınca da büyük tepki çekti. Hatta Ankara’da bir camide vatandaşlar hutbeyi okuyan imama tepki gösterip camiyi terk ettiler. Merak edip geçmiş yıllardaki hutbelere baktım. Diyanet zaten son yıllarda hutbelerinde 30 Ağustos’u görmezden gelmiş. Gördüğü zamanlarda da tıpkı son hutbede olduğu gibi Atatürk ve silah arkadaşlarının o zaferde hiç payı yokmuş gibi bir tavır almış.
Bu konuda sorulması gereken soru aslında şu:
Atatürk’ün hutbede anılmaması bugüne dek hiç sorun olmazken şimdi neden kıyamet koptu?
Ben üç maddelik bir yanıt verebilirim:
Birincisi ve en önemlisi Atatürk karşıtlığını, “Mustafa Kemal ile zerre muhabbeti olan cenazeme gelmesin” diyen birini Atatürk’ün ölüm yıldönümünden bir gün önce ziyaret edecek kadar belli eden Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a duyulan büyük öfke.
İkincisi, Diyanet’in kuruluş amacından çıkarak sadece siyasi iktidarın politikaları ile belli cemaat ve tarikatları temsil ediyor gibi hareket etmesi.
Üçüncüsü ise geçmişte bu durumları kanıksayan ve tepkisiz kalan insanların, 31 Mart yerel ve 23 Haziran İstanbul seçimlerinden sonra yaşadığı “umut” ve “cesaret” duygusu. Halk artık Atatürk sevgisini göstermekle kalmıyor, Atatürk’ü hor görmeye, yok saymaya çalışanlara da tepki gösteriyor. (Trabzon’da Yenimahalle İncirlik Camii Yaşatma Derneği Başkanı Ali Sait Yılmaz’ın 30 Ağustos’ta caminin dışına astığı Atatürk posterini müftülükten gelen “kaldır” telkinine rağmen indirmemesi de bu sevgiyi gösterme cesaretinin bir ürünü olsa gerek.)