Daha önce de yazmıştım.
Bir yönetim biçiminin adının Cumhuriyet olması tek başına çok şey ifade etmiyor.
Cumhuriyet rejiminin gerçekte olup olmadığını asıl belirleyen halkın (cumhurun) yönetime katılımıdır.
Bu da demokrasinin işlemesiyle mümkündür.
Halk, sivil toplum kuruluşları ve demokratik kurumlarla yönetime katılır ama esas katılımı, adil demokratik seçimlerin yapılmasıyla olur.
Demokrasi ile taçlanmış bir cumhuriyetin en önemli özelliği iktidarın seçimle el değiştirmesidir.
Türkiye, çok partili seçime geçtiğinden beri hem genel hem yerel seçimleri hakkıyla yapıyor, halkımız o seçimleri sahipleniyor ve bu sayede ülkemiz (askeri müdahalelerle kesintiye uğratıldığı dönemlere rağmen) demokratik ülkeler arasında görülüyor.
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) 6 Mayıs günü İstanbul seçimlerini iptal ettiğinde en büyük darbeyi demokrasiye ve demokrasiye olan inancımıza vurmuştu.
O karar hem ülkemizde, hem dışarıda Türkiye’de iktidarın demokratik seçimlerle değişebildiğine inanan insanları hayal kırıklığına uğratmıştı.
Neyse ki demokrasiyi içselleştirmişiz ve halkımız demokrasiye yönelik bütün yanlış müdahaleleri bertaraf etmeyi öğrenmiş.
31 Mart-23 Haziran arasında yaşan bir çok olayı hatırlatabilirim.
Mesela, bütün halkı kucaklaması, tarafsız olması beklenen Cumhurbaşkanı Erdoğan adaylardan birini “vitrin süsü”, “sisi”, “topal ördek” ilan etti.
Bahçeli mitili İstanbul’a atacağını açıkladı.
Binali Yıldırım’ın “çaldılar” sözü tarihe geçti.
İmamoğlu’na Trabzonlu diye Pontus dediler...
Rakipleri, Ekrem İmamoğlu’nun adını anmama kararı aldılar.
Ordu Valisi, Ekrem İmamoğlu’nu VIP’e sokmadı.
İki adayın tarihi buluşmasından sonra İsmail Küçükkaya üzerinden fırtına kopartıldı.
The Marmara Oteli temel bir insan hakkını göz göre göre ihlal ederek büyük bir skandalla tarihe geçti.
Cumhur İttifakı’nın “beka söylemi” rafa kalkarken, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın son dakika mektubu esrarengiz yöntemlerle duyuruldu. Öcalan “tarafsız kalın” derken, Selahattin Demirtaş açıktan İmamoğlu’na destek istedi.
Listeyi uzatabilirim ama artık bunların hiçbir önemi kalmadı.
Halk, YSK’yı da Cumhurbaşkanı’nı da MHP’yi de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu da Binali Yıldırımı da Öcalan’ı da dinledi, okudu.
Aynı zamanda Ekrem İmamoğlu’na, Kemal Kılıçdaroğlu’na, Meral Akşener’e, Temel Karamollaoğlu’na ve Selahattin Demirtaş’a kulak kesildi.
Bütün verileri aldı, ölçtü biçti, tarttı ve bir karara vardı.
İmamoğlu ile Yıldırım arasında 31 Mart’ta yaklaşık 14 bin olan farkı 800 binlere çıkardı.
Hakkı sahibine teslim etti.
Demokrasiyi yeniden yükledi.
Aynı zamanda büyük bir ders verdi.
Her şey çok güzel oldu!
Hayırlı olsun!

Binali Yıldırım bu sonu hak etmedi


İstanbul seçimlerinin sonuçları dün saat 19:30 gibi netleşmişti. Anadolu Ajansı veri girmeye başladığında sandıkların tamamına yakını açıklanmış, iki aday arasında fark 9 puana çıkmıştı. 31 Mart gecesi 23:21’de çıkıp seçimi kazandığını açıklayan Binali Yıldırım, bu kez 19:20’de kürsüye gelerek İmamoğlu’nu tebrik etti. Böylece AK Parti’den gelebilecek her türlü olumsuz çıkışın önünü kesti. Şık bir hareketti.
Eminim, bu sonuca en çok Yıldırım üzüldü.
Hırs yaparak ilk sonucu kabullenmeyen, toplumu kutuplaştırıp geren, hukuksuz bir kararla seçimi iptal eden/ettirenler, Yıldırım’ı olup bitene öfkelenmiş seçmenlerin önüne sürdü.
Kampanya boyunca “sadece İstanbul seçimi değil” diyenler, şimdi “altı üstü bir ilde yapılan belediye seçimi” deyip kenara çekilecekler.
İstanbul halkının Türkiye’ye verdiği mesajı duymazdan gelecekler.
Yıldırım’ın yaşadığı yanına kar kalacak.
Keşke tuzu kuru partililerinin gazına gelip “çaldılar” demeseydi.
Keşke yeniden ringe çıkıp böyle bir sonuçla karşılaşmasaydı.
Yazık oldu Binali Yıldırım’a...