Gururlu bir milletiz.
İçinde olduğumuz herhangi bir durum arzuladığımız doğrultuda gelişmezse sorunu kendimizde aramaz, başka yerlere fatura keseriz.
Maçı kaybederiz, hakeme yükleniriz.
Sınav kötü geçer, soruları beğenmeyiz.
Kurallara uymaz kaza yaparız, yolu suçlarız.
Sel gelir, dere yatağına yaptığımız evi önüne katar sürükler, dereyi suçlarız.
Demirden, çimentodan “tasarruf ederiz”, en ufak sarsıntıda, hatta bazen durduk yerde bina çöker, hiç üstümüze alınmayız.
17 yıl sonra gerçekleşen ilk siyasi Televizyon münazarası ile ilgili tartışmaları izlerken bu özelliğimiz aklıma geldi.
Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım, İsmail Küçükkaya’nın yönetimindeki münazarada adeta top çevirmiş, kavga gürültü olmadan programı tamamlamıştı. İşin sonunda moderatörün “moderasyonumu nasıl beğendiniz” sorusuna Yıldırım,  “ben bir anormallik görmedim. Gayet iyi olduğunu düşünüyorum. Olabildiğince adildin” cevabını vermişti.
“Tarihi buluşma” karşılıklı jestlerin olduğu, esprilerin yapıldığı neşeli bir aile fotoğrafı ile tamamlanmıştı.
Bizler de “işte tarihi buluşmadan tarihi fotoğraf” diye heyecan yapmıştık.
İnsan böyle bir finalden sonra ne bekler?
Ben şahsen adayların ertesi gün yeniden sahaya inmesini, kalan 7 günü en iyi şekilde değerlendirme gayreti içine girmesini beklerdim.
Peki bizde ne oldu?
Beklenen “kırılmayı” göremeyen AK Parti, geleneksel refleksimize sarılıp “vurun moderatöre” kampanyası başlattı.
Aman Allah’ım, neler neler?
“İsmail Küçükkaya onlarca gazeteci ve kameranın bulunduğu bir mekanda Ekrem İmamoğlu ile gizlice görüşmüş. Programda soracağı soruları kendisine vermiş....”
İnsan ister istemez soruyor:
İsmail, sorduğu o soruları önceden adaylara verse ne olur vermese ne olur?
Program sırasında İsmail’e “olabildiğine adildin” diyen Binali Yıldırım, nasıl oluyor da “karakolda doğru söyler mahkemede şaşar” misali, İsmail’e yönelik başlatılan bu “linç” kampanyasına dahil oluyor?
Doğrusu insanın aklı almıyor.
Acaba, maçta istediği sonucu alamamış bir takım gibi faturayı hakeme mi kesiyorlar?
Yoksa, münazarada elde edilmeyen lehte kırılmayı, programdan önce yaşanmış ve iki gün önce bizzat İsmail Küçükkaya tarafından TV ekranından duyurulmuş bir görüşmeyi kullanarak mı yaratmaya çalışıyorlar?
İncir çekirdeğini doldurmayacak bir detayın üzerinde bu kadar çok durulması, aklıma ister istemez “kamuoyu yoklamalarında durum bu kadar mı vahim” sorusunu getiriyor.
Binali Yıldırım’ın işi İsmail Küçükkaya ile Ekrem İmamoğlu’nun 2-3 dakikalık konuşması üzerinden koparılacak fırtınaya kalmışsa, durum gerçekten öyle olabilir.



Duayen Gazeteci Uğur Dündar kendisine önerilen bu görevi geri çevirdiğinde, “aynı gazetedesiniz, sen bilirsin niye reddetti” türünde onlarca soru aldım. Yanıt verdiklerime “Kendisiyle konuşmadım ama yarım asırlık meslek deneyimi ile öngördüğü bir şeyler vardır” dedim.
İsmail’in başına gelenleri görünce diyorum ki Uğur Ağabey yine tecrübesini konuşturmuş.
Bu son olayda bize verdiğin gazetecilik dersi için de teşekkürler Uğur Ağabey.



The Marmara otelinin kamera görüntülerini servis etmesi işine ne diyorsunuz?
Geçenlerde bir yakınım o otelde cep telefonunu çaldırdı ve kamera görüntülerine bakmak istedi. “Kusura bakmayın gösteremeyiz. Gidin polise başvurun, yasal yoldan gelin” yanıtını verdiler.
Çok merak ediyorum, İsmail’in otele giriş çıkış saatlerini gösteren görüntüleri mahkeme kararı ile polis eşliğinde mi gelip aldılar?
Kişisel verilerin güvenliğinin yasa ile sağlandığı ülkemizde, en temel haklardan biri göz göre göre ihlal edilmiş.
Bir vatandaşın en temel hakkının ihlal edildiği bu olaydan sonra bırakın The Marmara’da konaklamayı, kapısından bile geçmemek gerek!