Ne zaman ülkenin gündeminden sıkılsam, nefes almak istesem İzmir’e kaçarım.
Yine öyle yaptım.
AK Parti’nin İstanbul seçimine ilişkin “o da olmadıysa bunu verelim” diye sunduğu bitmeyen itiraz dilekçeleri, YSK’nın yıllardır rutin hale getirdiği uygulamalara “öyle böyle değil, büyük organize işler var” denmesi, AK Parti İstanbul’u kaybedince yapılan itirazların, her vatandaşın zihnine irili ufaklı saçtığı “acaba önceki seçimlerde bunların hepsini yaptılar mı” kuşkusu...
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun basınla gerçekleştirdiği sohbetlerde şahsıma uyguladığı akreditasyon yasağı...
Hepsini Ankara’da bıraktım, İzmir’e geldim.
İlk durağım İzmir Büyükşehir Belediyesi (BŞB) oldu. Ankara/Çankaya’dan tanıdığım ve belediyecilik konusunda CHP’nin sahip olduğu en kıdemli üst düzey bürokrat olduğunu düşündüğüm İzmir BŞB Genel Sekreteri Buğra Gökçe’yi ziyaret ettim. başkan değişmiş, onların trafiğinde, koşuşturmacasında hiçbir şey değişmemişti.
Bir ara İstanbul’u konuşmaya başladık. İlginç bir detaya dikkatimi çekti. İstanbul’da AK Partili Meclis üyeleri CHP’den geliyor diye Uyuşturucu ile Mücadele ve Cinsiyet Eşitliği komisyonlarının kurulmasını engellemişti. İzmir BŞB Meclisi ise AK Parti’li üyelerin “Engelsiz İzmir” ve “Sokak Hayvanlarını Koruma” komisyonları kurulmasına dair önergelerini oy birliği ile kabul etmişti. İzmir’de CHP’nin 115, AK Parti’nin 47, MHP’nin ve İYİ Parti’nin 7 meclis üyesi olduğunu hatırlatmamda fayda var.
Tunç Soyer’in dümene geçtiği İzmir BŞB’deki bu yaklaşım, AK Parti’nin yaptığının anlamsızlığını gösteren bir durumdu. Diğer taraftan İzmir’de kurulan ve İstanbul’da reddedilen komisyonların isimlerine de bakarsanız, İzmir’deki AK Parti’lilerin de hayata İstanbul’daki partililerinden farklı baktığını görürsünüz.



Tunç Soyer’in makamına giderken koridorlardaki binlerce kitap dikkatimi çekti. “Nedir” dedim. Başkan Soyer’in “çiçek yerine kitap gönderin” çağrısı yaptığını söylediler. Çok ince bir düşünce.
Eminim o kitaplarla muhteşem bir kütüphane kurulacaktır.



Soyer’le bir süre İzmir’i konuştuk. İzmir’e faydası olacaksa AK Parti’den gelecek önerilere destek vereceklerini söyledi.
Belediyeden ayrıldıktan sonra Osmanlı zamanında Anadolu’da kurulan ilk demiryolu olan Alsancak-Çamlık hattının ucundaki Çamlık Köyü’ne gittim. Yolunuz düşerse Çamlık Tren Müzesi’ne gitmeyi unutmayın.
Hedefimde, derecelere doymayıp Hacettepe Tıp Fakültesi’nin ve göz ihtisasını tamamladıktan sonra Kuşadası’na yerleşen çocukluk arkadaşım Bilge Yamen ile eşi Gülgün’ün (O da Hacettepeli bir hekim) büyük emek harcayarak kurduğu 7 Bilgeler Bağ Oteli vardı.



Doğa uyanıyordu. Uçsuz bucaksız vadi, yeşile kesmişti. Asmalar çiçeklenmiş, lavantalar akşam rüzgarında salınıyordu.
Ağırlıkla Kars’taki çocukluk anılarımız olmak üzere güzel bir sohbetin ardından Kuşadası’ndaki Artvin Öğretmen Okulu ve Cilavuz Öğretmen Okulu mezunlarının buluşmasına geçtik. İnanmayacaksınız, tam 400 cumhuriyet öğretmeni vardı. Çok heyecanlandım. Mezun olduktan 50 yıl sonra buluşanlar bile vardı.
“Sosyal medya nelere kadir” dedim içimden.
Onlara çok şey borçluyduk. Onlar sayesinde “şanslı bir nesil” olduk biz. Keşke köy enstitüleri, öğretmen okulları yeniden açılsa.
Ertesi sabah, Selçuk’tan Urla’ya geçtik. Ankara’dan ayrıldığımda gündem sıcak, hava çok soğuktu. Yol boyunca anladım ki Ege’de gündem serin, hava bahar havası.
“Gündem serin” diyorum çünkü Urla’ya vardığımda tam bir bayram havası ile karşılaştım. Narimor Urla Oteline adım attığımda, sade ama gösterişli bir mimari şaheser olduğunu hissettim. Neticede, Necati Cumalı’nın, Yorgo Seferis’in, Tanju Okan’ın Urla’sı. Eskiyi, geleneği ve yeniyi bir arada barındıran benzer eserlerin çoğalmasını diledim.
Eşyalarımı bırakıp, Sanat Sokağı’ndan meydana yürümeye başladığımda gördüm ki festival coşkusu Urla’yı sarmış. İşçiler, köylüler, kooperatifçi kadınlar, STK temsilcileri, siyasetçiler, öğrenciler, kortej yapmış yürüyor. Pazar yerinde iğne atsanız yere düşmüyor.
En önemli gündem enginarın ve çileğin fiyatı.
Bir de cepleri dolu İstanbulluların Urla’yı Bodrum ya da Alaçatı gibi lahmacunun 60 liraya satıldığı bir yere dönüştüreceği kaygısı.
Bir başka gündem yaygınlaşan melez enginar ile sakız enginarının nasıl ayırt edileceği...
Bir kahveye oturdum. Bizim Ankara’da ya da TV ekranlarındaki tartışmalarımıza benzeyen tek tartışma konusu festivale bu yılki katılım ile geçen yılki katılımın kıyaslanmasıydı.
Ara sokaklarda, pazarda dolaşırken enginarla yapılmış yemekler, tatlılar, hatta parfümler gördüm.
Soyulmamış, yapraklı bir enginar kafasının onbinlerce insanı bir araya getirip, bir coşkuya, neşeye vesile olan gücünü görebiliyor musunuz?
Bize şu cennet ülkede, gerilim kaynaklarını bir yana bırakıp neşeli günler yaşayabilmenin de mümkün olduğunu gösteriyor.
Bir tarafta, AK Parti’nin İstanbul’da iktidarı kaybetmeye gösterdiği direnç, siyasetçilerin sözün şehvetine kapılarak yaptığı sert açıklamalar, Kılıçdaroğlu’nu hedef alan insanlıktan çıkmış, vicdansız linç kafası, diğer tarafta on binleri bir araya getiren enginar kafası.
Sizce ülke olarak hangisine daha çok ihtiyacımız var?