Yazıya oturmadan önce genelde yazacağım konuyu belirlemiş, haber kaynaklarımla görüşmüş, konuyla ilgili araştırmalarımı tamamlamış olurum.

Bu yazı için de aynısını yaptım. Sabah itibariyle niyetim Ali Babacan ile Ahmet Davutoğlu’nun kuracağı yeni partileri ve kabine değişikliği ile ilgili söylentileri yazmaktı.

“Yeni partilerin isimleri ne olacak? Vitrin yüzleri kim, programları ne olacak?

Kabine değişikliği olacak mi? Olursa hangi bakanlar topun ağzında?” yanıtını aradığım soruların bazılarıydı.

Ancak, yazı yazmadan önce okuduğum gazetelerden KORKUSUZ’un birinci sayfasında gördüğüm dört kadın fotoğrafı, dört hikaye, yaptığım tüm hazırlığı bir kenara koymama neden oldu.

★★★

İlk fotoğraf 20 yaşındaki Ceren Özdemir’in fotoğrafıydı.

Adalet sisteminin zaaflarından sonuna kadar yararlanmış, dört duvar arasında olması gerekirken elini kolunu sallayarak “öldürecek av” arayan psikopat bir katilin kurbanı olmuştu. Aldığı bıçak darbesiyle evinin önünde yığılıp kalmış, bütün müdahalelere rağmen kurtarılamamıştı. En temel hakkı olan yaşam hakkına sahip çıkamamış, hayallerini yetim bırakmıştık.

İkinci fotoğraf, 15 çevik kuvvet polisi arasında elleri plastik kelepçeyle bağlı bir kadının fotoğrafıydı. Kadına yönelik şiddeti protesto eden, bir önceki fotoğrafın sahibi Ceren’i anan bir grupta yer alıyordu. Ne yazık ki şiddete maruz kalıp kelepçelenip “terörist” gibi götürülüyordu. Yine de yaptığının arkasında cesurca durup, objektife gülümsüyor, “Şiddet görsek de kadına yönelik şiddetle mücadeleye devam” der gibi bakıyordu. Cerenlerin yaşam hakkını savunurken, o plastik kelepçe özgürlük hakkına vurulmuştu.

Üçüncü fotoğraf, dünya güzeli bir kadının, cesur bir askerin fotoğrafıydı. Terörizmin, PKK terörünün son kurbanı olmuştu. Kadın meslektaşlarının deyişiyle birçoğumuz patlar diye mutfaktaki düdüklü tencereye ihtiyatlı yaklaşırken, Patlayıcı Madde İmha Komutanı Esma Çevik, Mehmetçiğin yoluna tuzaklanan 15-20 kiloluk patlayıcıya meydan okurken can vermişti. Eli ayağı, koruyucu meleği, biricik kızını kaybeden bir anne daha o büyük acıyı, mani olamadığı gözyaşlarını içine atıp, “vatan sağolsun” diyordu.

Dördüncü fotoğraf bir annenin fotoğrafıydı. Çocuğunun okulu (Doğa Koleji), ticari olarak batmış, öğretmenleri okula gelecek parayı bulamaz hale getirilmişti. Devlet olup bitene seyirci kalıyordu. İş başa düşmüştü. Vahşi kapitalizm şartlarında çocuğunun eğitim hakkını savunmak, geleceğine sahip çıkmak için son çare sokağa inmiş, parmakları öfkeli yüzünden daha gergin olan elini yukarıda tutarak bağırıyordu.

★★★

21. yüzyılda, Cumhuriyetimizin 97. yılında, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabulünün 71. yıldönümünde (yani İnsan Hakları Günü’nde) memleketin, özellikle de kadınların ahvalinin özetiydi bu dört fotoğraf. Çok canım sıkıldı. İlgili haberlerin detaylarını bile okuyamadım. Gazeteyi kaldırıp kenara koydum.

Sonraki gazetelerde bir kadın fotoğrafı daha ön plana çıkarılmıştı. Birgün ve Cumhuriyet gazetelerinin ilk, SÖZCÜ’nün arka sayfasındaydı. Başlık “Dünyanın en genç başbakanı” idi. Finlandiya’da Sosyal Demokrat Parti’ye Genel Başkan seçilen Sanna Marin, 34 yaşında ülkenin başbakanı olacaktı. Üstelik yaşları 32,32, 34 ve 55 olan diğer dört koalisyon ortağı da kadındı.

Dördü Türkiye’den, beşi Finlandiya’dan dokuz kadının fotoğrafı, 100. yıla üç kala medeniyet sınavından sınıfta kaldığımızın resmiydi aslında.

Yazı mesaimi, “Bu fotoğrafları değiştirmeyecekse yeni partilere ne gerek var ki” sorusuyla bitirdim.

Değişir mi dersiniz?