Son dakika haberleri peş peşe geliyordu:
“Türkiye ile ABD Güvenli Bölge konusunda anlaştı.”
O sırada TÜSİAD üyesi Nüket Küçükel’in doğum günü kutlaması vardı. Eski bir diplomat olan Nüket’i diplomasi muhabirliği yıllarımdan tanıyorum. Ankara’da iş ve diplomasi dünyasının yakından tanıdığı bir isimdir kendisi.
Bulunduğumuz ortamda diplomasi muhabirliğim sırasında tanıdığım efsane diplomatlar da vardı.
Hepsi Hariciye’nin hafızası gibi olduğundan, kafaları farklı çalışıyordu.
“Türkiye ile ABD anlaşmış. Harekat Merkezi Türkiye’de kurulacakmış” dedim.
İlk yanıtı önemli başkentlerde görevlerde bulunmuş, bakanlıkta yöneticilik yapmış emekli bir büyükelçi verdi:
“Karargahın Türk tarafında bulunması başarı hikayesi gibi sunuluyor. ABD zaten bunu ister. Türkiye’de yeni bir askeri karargah olarak görür.”
Ardından ekledi:
“Dilerim 2006’daki harekat merkezine benzemez. Terörle Mücadele Koordinatörü (e) Orgeneral Edip Başer 9 ay dayanabilmişti.”
İnsanoğlu çabuk unutuyor.
Edip Başer deyince 2006 sonu, 2007 başı film şeridi gibi önümden geçti.
Abdullah Öcalan 1999’da yakalandıktan sonra araziye çekilen PKK terör örgütü, ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesinin ardından Kuzey Irak’ı “kurtarılmış bölge” ilan etmişti. Aynı yıl ABD’nin milli günü olan 4 Temmuz günü ABD ordusu Kuzey Irak’taki Türk askerlerini başlarına çuval geçirerek gözaltına almıştı. Bu gelişme, PKK’yı iyice pervasızlaştırmış, terör saldırıları yeniden başlamıştı.
Ankara’dan ABD’ye tepki her geçen gün artıyordu. ABD, Ankara’yı sakinleştirmek için Ortadoğu’yu iyi bilen emekli bir general olan Joseph Ralston’ı “PKK ile Mücadele Koordinatörü” atamıştı. Türkiye’deki muhatabı 2002 YAŞ toplantısında sürpriz bir şekilde emekliye sevk edilen Orgeneral Edip Başer olmuştu. Genelkurmay “Koordinatör” sıfatını uygun bulmayınca Başer’in unvanı “Terörle Mücadele Özel Temsilcisi” olmuştu.
Sonraki aylarda Ankara-Washington-Erbil hattında bitmeyen bir gerilim yaşandı ve bu gerilimle baş edemeyen Başer 9. ayında görevden alındı. Yerine Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılarından Büyükelçi Rafet Akgünay getirildi.
Başlangıcı dün gibi aklımda olan “koordinasyon” görevinin akıbetini bir türlü hatırlayamadığım gibi dünkü araştırmalarımda da net bir bilgi bulamadım. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın imzasını taşıyan 27 Nisan bildirisi ile başlayan, Abdullah Gül’ün 11. Cumhurbaşkanı seçilmesiyle sona eren siyasi kriz sürecinde güme gitmiş olmalı.
Sohbetin devamında başka bir emekli büyükelçi o kadar uzağa gitmeye gerek olmadığını, Suriye’de Münbiç’teki anlaşmanın akıbetine bakmanın yeterli olduğunu söyledi.
Haklıydı!
ABD orada da bir çok söz vermişti ama hiçbirini yerine getirmemişti.
Akar faktörü
Peki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ABD’ye karşı bu kadar sert bir üslup ortaya koyarken, ABD böyle bir anlaşmayı Ankara’ya nasıl kabul ettirebilmişti.
Deneyimli diplomatların hepsi Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın varlığına dikkat çekti.
Biri “NATO deneyimi yüksek olan Hulusi Akar müzakereleri çok sağduyulu götürdü. Dışişleri’nin rolünü de üstüne aldı. Ankara’nın tepkisini yumuşatarak sürecin ABD ile askeri krize dönüşmesini engelledi” yorumunu yaptı.
Gerçekten de Akar, Bosna Hersek Türk Görev Gücü, Napoli’deki Müttefik Kuvvetler Güney Bölge Komutanlığı ve NATO’nun acil müdahale karargahı da olan İstanbul’daki 3. Kolordu Komutanlığı’nda görev yaparken NATO ordularıyla çok iyi ilişkiler kurma fırsatı bulmuştu. Bu da “diplomat asker” özelliğini güçlendirmişti.

İmamoğlu’nu kim yönlendirdi?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun A takımında yer verdiği bazı isimler İmamoğlu’nu destekleyen muhalif kanatta ciddi tartışmaya neden oldu. Muhalefet aleyhtarı sosyal medya mesajlarına rağmen İSBAK Genel Müdürlüğü’ne atanan Bahattin Yetkin’e olan tepkiler, dün sosyal medyayı adeta salladı. Yetkin’in atamasını savunurken “siyasi unsurlara takılmadık” ifadesini kullanan İmamoğlu da sosyal medyadaki tepkilerden fazlasıyla nasibini aldı.
Neyse ki CHP İstanbul il örgütünün baskısı Yetkin’i istifa etmek zorunda bıraktı.
Kampanyasında “Şeffaflık” sözü veren İmamoğlu’nun şimdi yanıt vermesi gereken iki soru var:

- Yetkin’i kimin ya da kimlerin referanslarıyla bu göreve getirdi?
- CHP ya da İYİ Parti tabanında aynı liyakate sahip hiç kimse yok muydu da İmamoğlu, Yetkin’i AK Partili olduğunu bile bile, siyasi unsura takılmadan atadı? 

İmamoğlu’nun bütün İstanbul’un başkanı olma iddiası önemli ama bu kendisini o göreve taşıyan siyasi camianın beklentilerini hiçe sayması anlamına gelmez.
Ne dersiniz?
Bu musibet, kendisi için iyi bir nasihat olmuş mudur?