Yıl 1944, 14 Kasım. Sovyetler Birliği (SSCB), Gürcü Sovyetinin Ahıska bölgesinde Adıgön kazasının Marel köyündeyiz.

Son üç günü diken üstünde, güvercin ürkekliğinde geçirmişlerdi.

Zemheri kapıya dayanmış, kapı arasından gelen soğuk rüzgarın uğultusu rahatsız ediciydi. Tehlike kapıdaydı artık. Önce dizel motorları büyük bir gürültüyle çalışan kamyonların sesini duydular. Ardından “yürü, yürü” diye bağıran Kızıl Ordu askerlerini ve çocukların çığlıklarını...

Her yeni ses onlara biraz daha yaklaşıyordu. Başlarına geleceklerle, nereye gidecekleriyle ilgili hiçbir fikirleri yoktu. Sadece Nazi Ordusundan korumak için birkaç aylığına başka bölgelere gönderilecekleri ve köyün boşaltılacağı söylenmişti.

Ağır eşyalar almamaları tembihlenmişti. Evin hanımı Hayriya Bayramova, oğlu Reseddin’e sımsıkı sarılmıştı. Eşyalar umurunda değildi. Ancak geride bırakacağı o ev ile bağı kopmasın istiyordu.



Evin orta direğinde gaz lambasını astıkları çiviyi çıkardı. Sonra üç çivi daha...

Cebinden çıkardığı mendile sardı özenle beline doladığı kuşağa sıkıştırdı.  Kırmızı cüzdanına koyacak parası yoktu. Eğilip çocukların “el taşı” oynadığı küçük yuvarlak bir taşı yerden aldı ve cüzdana koydu. Cüzdanı da kuşağında çivilerin yanına...



Küçük tahta bavuluna parfüm şişesini, ata yadigarı köstekli saati, iki çay kaşığını, kıtlama şeker kırdıkları şeker kerpetenini, evlendiğinde beline takılan gümüş kemerinin kalan parçalarını, mavi nazar boncuğunu, örgü şişlerini ve pudra kutusunu yerleştirdi.



Baba, Resul Alioğlu tedirgin bir şekilde iki de bir “oğlana sıkı sarıl, peşimi bırakma” diyordu.

Sonunda o lanet ses duyuldu, dipçikler tokmak gibi tahta kapıyı dövüyordu. Kapıyı açmalarıyla aynı dipçiklerin önünde sürüklenmeye başlamaları bir oldu.

Kamyonlara doldurulup en yakın tren istasyonuna götürüldüler. Herkes birbirini tanıyor, ama kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Ahıska’dan, Ahılkelek’ten, Bogdanov’dan, Aspinza’dan Borçalı’dan binlerce insan toplanmış, zorla yük trenlerine bindiriliyordu.

Kendilerini tıka basa doldurulmuş onlarca insanın arasında, kesif bir kokuyla dolu karanlık bir vagonda buldular. Sürgülü tahta kapı kapandığında içerisi daha da karardı. O düdük sesi duyulup demir tekerlekler rayları dövmeye başladığında, bilinmez yolculukları da başlamıştı.

O vagonlarda 46  bini çocuk, 19 bini ihtiyar, 27 bini kadın olmak üzere 93 bin insan vardı. 40 günlük yolculukta 12 bin 859 kişi, açlıktan, soğuktan ve hastalıktan öldü. Yolcular, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’da öylece bırakıldılar ve SSCB dağılana dek söylenen o bir kaç ay da göçler de hiç bitmedi.

Son nefesini verdiği Ukrayna’da yaşayan torunu Marat Reseddinoğlu, o acı geceden tam 75 yıl sonra Hayriya Nine’nin bavulunu Dünya Ahıska Türkleri Birliği (DATUB) Genel Başkanı Ziyaetdin Kassanov’a teslim etti. Böylece Kendisi göremese de emanetleri DATUB’un Tiflis’te ve Ahıska’da organize ettiği 75. Yıl Anma Törenleri vesilesiyle Ahıska’ya ulaştı.

Türkiye’ye dönerken uzun uzun “Hayriya Nine neden çivileri tercih etmiş” diye düşündüm. Sonunda şu karara vardım: “Memleketin çivisi çıkmış” deriz ya hep. İşte Hayriya Nine’nin taşıdığı o çiviler de Ahıska’nın çivisiydi. O çiviler çıktığında o yurt da dağılmıştı.

Ahıska’dan sürgün edilen Hayriya Nine…




Aktardığım hikayenin iki kahramanı daha var. Biri, yazıda söz ettiğim Ziyaetdin Kassanov. Kazakistan Milletler Meclisi’nde milletvekili ve işadamı. Sovyetler dağıldığından bu yana tanırım. Dünyaya dağılmış Ahıskalıları bir araya getirmek için varını yoğunu ortaya koymuş. Dünyada yaşayan on binlerce Ahıskalı aileye ulaşmayı, onları DATUB çatısı altında toplamayı başarmış. Törenler için 10 ayrı  ülkeden Ahıska’ya gelen yüzlerce Ahıskalının konuşmalarından anladım ki nerede bir Ahıskalı sorun yaşasa Kassanov oraya yetişmiş. 75 yıldır ata yurtlarından uzak insanların doğal lideri olmuş.

İkinci kahraman ise yıllar sonra anma töreninin görkemli bir şekilde Gürcistan’da ve Ahıska’da yapılmasını, haliyle Hayriya Nine’nin emanetinin adresine ulaşmasını sağlayan Türkiye’nin Tiflis Büyükelçisi Fatma Ceren Yazgan. Moskova’da ve Ankara’da çalıştığı yıllarda da tanık olduğum “tuttuğunu koparan diplomat” yanıyla zoru başarmış. Gürcistan yönetimiyle kurduğu iyi ilişkilerle sayesinde SSCB mirası o acının mağdurunun Ahıskalılar kadar Gürcistan’ın da olduğuna ikna etmeye başlamış. Ahıskalılara kapalı kapıları bir bir açmayı başarmış.

Ahıska’nın çivisi çıktığı yere yeniden çakılır ve Ahıska Ahıskalılara yeniden yurt olursa bir gün, bilin ki bunda en çok onların emeği var.