Bu aralar çiçeği burnunda belediye başkanları yeni bir gelenek başlattı. Devraldıkları belediyelerin borçlarını, gelirlerini, giderlerini kamuoyu ile paylaşıyorlar. Bazılarını not aldım:
- İstanbul BŞB: 22 milyar TL.
- Ankara BŞB: 9.5 milyar TL.
- Antalya BŞB: 4 milyar TL.
- Mersin BŞB: 3.5 milyar TL.
- Van BŞB: 1.1 milyar TL.
- Adana BŞB: 1 milyar TL.
- Kars Belediyesi: 338.4 milyon TL.
- Ardahan Belediyesi: 57 milyon TL.
- Siirt Belediyesi: 104 milyon TL.
Hepsini aktarmam zor ama sanırım toplam rakamı yazmam yeterli olur: 90 milyar TL (Eski parayla 90 katrilyon).
Belediyelerin gelir gider tablolarına örnek olsun diye Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin durumunu paylaşayım:
Gider: 108 milyon TL,
Gelir: 80 milyon TL (Vergi tahsilatı düştüğünden rakam 73 milyon TL’ye düşmüş).
Bu gelir ve giderlerle tasarruf yapmak bir yana, öz kaynaklarla cari giderlerin karşılanması bile imkansız hale gelmiş.
Üstelik Ankara’nın (devletin) mali durumu da bu borçları ödeyip belediyeleri rahatlatacak kaynaklar aktarmaya uygun değil.
Borç yapılandırma, dış kaynaklı yeni krediler bulma bu saatten sonra belediyeler için kurtuluş olur mu emin değilim.
O yüzden, 31 Mart gecesi seçimlerden zaferle çıkan belediye başkanlarının bu gidişle, yakın zamanda kazandıklarına pişman olacağını düşünüyorum.

İSRAF VE ‘BÜYÜK’ TAKINTISI

Peki belediyeler nasıl oldu da bu hale geldi?
Yanıtı çok basit. İstanbul’da kazandığı seçim YSK tarafından iptal edilen Ekrem İmamoğlu en önemli soruna dikkat çekmişti: İsraf.
Geçmişte zenginler vakıf kurar, gelirlerinin önemli kısmını o vakıflar üzerinden yoksulların hizmetine sunardı. İstanbul’da ise yoksulların ödediği vergilerden oluşan belediye gelirleri vakıflara aktarılmış ve nereye harcandığı konusunda kimsenin bilgisi yok.
Ankara’da Mansur Yavaş açıkladı. Daha önce 1 milyar TL’ye ihale edilmiş bir hizmet, şimdi 188 milyon TL’ye satın alınacakmış. Arada tam 812 milyon TL, eski para ile 812 trilyon lira fark var. Bu ne demek biliyor musunuz? 406 bin asgari ücretlinin bir aylık maaşı.
Bir başka sorun da son dönemde moda olan “büyüklük” takıntısı. Batıda “Simplicity is the best beauty - sadelik en iyi fevkaladeliktir” sloganı yaygınlaşırken, bizde talebe, ihtiyaca, işe yarar olup olmadığına bakılmaksızın, “en büyüğünü biz yaptık” modası var. Bunun en iyi örneği, 2 milyar liradan fazla harcanmasına karşın, insanlar ilgi göstermediği için atıl kalan Ankara’daki tema park oldu.
Yeni başkanlar, halkın kaynaklarını halka hizmete sunmaz, israfa, büyüklük şovlarına devam ederse o borç listeleri uzayabilir, daha da kötüye gidebiliriz.
Benden söylemesi.

Adı artık “Yaslı Ada” olsun


Bugün 27 Mayıs.
Demokrasimizin sırtına ilk süngüyü yediği, postalla ezildiği günün üzerinden tam 59 yıl geçmiş.
Küçük bir tekne ile dün Yassıada’nın kuzeyinden Adalar’a doğru ilerlerken, millet iradesinin hiçe sayıldığı, hukuksuzluğun kol gezdiği darbe günlerini düşündüm. “İdam” denilen, devlet eliyle işlenmiş intikam cinayetlerinin siyah beyaz fotoğraflarına göz attım.
İçim cız etti.
Başımı kaldırıp çocukluğumda adını “yaslı ada” sandığım Yassıada’ya baktığımda üzüntüm katlandı.
Hâlâ yaslıydı ama artık yassı değildi.
Dağ gibi beton binaları ile yakınındaki Sivri Ada’ya benzemişti.
Demokrasi tarihimizin kara günlerine ev sahipliği yapmış, çok büyük fenalıklara tanıklık etmiş o kara parçasından eser kalmamıştı.
Keşke, sadece ulaşım imkanları artırılsa, yaşananların anlatıldığı, mevcut binalarıyla açık hava müzesine dönüştürülseydi. Her giden, bir taraftan orada neler yaşandığını öğrense, diğer taraftan o mekanlarda gezerken darbelerin baskıcı ruhunu hissedebilse, demokrasinin herkes için ne kadar vazgeçilmez, ne kadar kıymetli olduğunu görebilseydi.