Menzil 1100 kilometre olunca, Ankara’dan gün doğarken ayrıldık.
Yozgat, Sivas, Erzincan ve Erzurum’u geçip Kars’a varmamız 13 saatimizi aldı.
Yolumuz kıvrıla kıvrıla çoğu zaman bozkırlardan, zaman zaman ormanlardan geçti.
Bugünler rençber (geçimini topraktan sağlayan) Anadolu insanı için hasat zamanıdır. Batıda buğday, doğuda haros (nadasa bırakılan tarlada yetişen ot) için ya yollarda ya tarladaydı herkes. Güne yan tarladaki komşuya “bereketli olsun” diyerek başlıyorlardı.
Yol boyunca en çok sağdan sağdan, ağır ağır ilerleyen traktörleri solladım.
Kiminin arkasında ot dolu römork, kimi biçer olmuş, kimi dolmuş gibi yolcu taşıyordu.
Sabah geçtiğim Kırıkkale ve Yozgat civarında uyku mahmurluğu, öğlen vardığım Sivas ve Erzincan civarında (öğlen sıcağından olsa gerek) ter, akşam ulaştığım Erzurum ve Kars civarında ise yorgunluk çökmüştü insanların yüzüne. Hepsinin ortak yanı “kavruk” tenleri ve nasırlı elleriydi. Hani moda tabiriyle “amele yanığı”ydı hepsi: Başları, elleri kararmış, elbise altında kalan yerleri beyaz.

O sahne size de tanıdık geldi mi?


Akşam eve vardığımızda, rahmetli dedemin tek kanallı dönem alışkanlığını yad edip “ajansları” (TRT yerine Fox Haber’den) dinledim.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Polatlı’da yerli üretim elektrikli traktör için yapılan törendeydi. “Eskiden Polatlı’da traktör mü vardı” sorusunu biraz gülerek biraz da “o kadar da değil” diyerek dinledim.
Zira 70’lerin sonu ile 80’lerin başında geçen çocukluğumda Kars’ta bile böyle bir sorun yoktu. Komşumuz Ali Amca’nın Zirai Donatım Kurumu’ndan aldığı bahçe motoru “Başak 12” bile rençberlik hayatımızın sıradan bir detayıydı. Mahallenin çocuklarıyla hep beraber gittiğimiz teravih namazı sonrasında oğlu Mahir Ulaş’ın “Allah’ın sen bizim Başak’ı koru” diye dua etmesiyle uzun süre dalga geçmiştik.
Aslında Erdoğan’ın o cümlesinden çok verdiği görüntüye takılmıştım.
Traktör sürdüğü, yanında bakanları ve bürokratlarıyla tarlada yürüdüğü, köylülerle sohbet ettiği o görüntüye.
İzlerken “Ben bu sahneyi bir yerden hatırlıyorum” dedim.
Biraz düşününce çıkardım.
Geçen hafta Soner Yalçın sosyal medyada “Ben bu görüntüleri ilk kez görüyorum” diye paylaşmıştı.
Ulu Önder Atatürk, yaklaşık 100 yıl önce bataklıktan verimli bir araziye dönüştürülerek kurulan Orman Çiftliği’ni teftiş ediyordu.
Hollanda kırması bir ineği anlatan bürokrat, “yevmiye 40 litre süt veriyor” diyordu. Atatürk, daha sonra arkasında kalabalık bir grupla arazide yürüyor, traktörü sürüyor, hasadı toplayan köylülerle sohbet ediyordu.
Kısa sürede sosyal medyada haftanın en çok izlenen görüntüsü olmuştu.
Erdoğan’ın bu görüntüyü, Atatürk’ün fenomen olan videosuyla aynı hafta içinde vermesi tesadüf olabilir. Ancak yaklaşık 100 yıl önce Polatlı’ya 40 kilometre mesafede, şimdi yerinde 2 milyar liralık plastik ve beton yığını bulunan Atatürk Orman Çiftliği’nde Atatürk’ün sürdüğü traktör Erdoğan’ın “traktör mü vardı” sorusuna yanıt gibiydi.

Hasat zamanı muhasebe zamanı


Biliyorsunuz; harcanan emek, yapılan masraf ile hasılanın satışından elde edilen gelir karşılaştırılabildiği için hasat zamanı aynı zamanda muhasebe zamanıdır Anadolu köylüsü için.
Ne yazık ki kiminle konuşsam en çok duyduğum söz “harcı borcunu karşılamıyor” oluyor.
Biz Kars’ta eskiden “bulun” yapar (hasadı tarla içinde öbek öbek toplar), o bulunları römorklara doldurarak harman yerine getirirdik. Şimdi balya makinası kullanılıyor. Geçmişte fiyatlandırma römork hesabıydı. Şimdi balya ile söyleniyor. Bir balya ot 25-26 lira.
Harcanan emeğe, işçinin parasına, traktörün mazotuna, toprağın gübresine, tarlaya verilen kira parasına ve hayat pahalılığına bakarsanız, masrafı karşılaması imkansız.
Elektrikli traktör, mazotlu yatların mazotundan çok daha pahalı alan köylüyü bu dertten kurtarabilir. Ancak onun da ucuz ve erişilebilir, hatta tarla yakınlarında şarj edilebilir olması şart.
Traktör deyip geçmeyin!