Hükümet, artan bütçe açıklarını kapamak için, yedek akçesinin Hazine’ye devri gibi işlemlerle Merkez Bankası kaynaklarına el atmaktadır. Bu işlemin Türkçesi “para basmaktır”. Hükümetler, yapmak istedikleri harcamaları iki yolla finanse eder. Bunlardan birincisi “vergi”, ikincisi “borç” almaktır. İki yolun da sakıncaları vardır. Zaten her ekonomik kararın bir sakıncası vardır. Bir devlet, esas olarak kendi vatandaşından vergi alır. Maliyeci deyimiyle “vergi salabilir”. Bunu da ancak kanunla yapar. Kanunsuz vergi olmaz. Yabancı bir ülkede çalışıp para kazanan başka ülke vatandaşları, yaşadıkları ülkenin vergi yasalarına göre vergilendirilir. Çünkü kişiler, yaşadıkları ülkenin kendilerine sunduğu nimetlerden istifade eder. Bu “vergi vatandaştan alınır” kuralıyla çelişmez. Vatandaşlar, hükümete  “vergi isteme benden, buz gibi soğurum senden” der. Halkı kendinden soğutmadan vergi toplamak isteyen hükümetler, para basmayı tercih edebilir. Bunun sonucunda enflasyon artar. Enflasyon, hem kanunsuz hem de adaletsiz bir vergidir. Günün sonunda seçmen hükümetten daha fazla soğur hale gelir.

DURUMUN VAZİYETİ (?)

Ekonomisinin çarklarını taşıma suyla yani dış borçla (cari açık diye okuyun) çeviren Türkiye, dışarıdan para akımı durunca 2018 yılında zora düştü. Döviz arzı azalınca dövizin fiyatı arttı. Kısaca TL, devalüe oldu. Devalüasyon, maliyetler yoluyla enflasyonu tetikledi. Fiyat istikrarının bozulması ekonomik dengeleri bozdu. Milli gelir artışı yavaşladı ve sonunda eksiye düştü. İşsizlik zirve yaptı. Karşımıza hem enflasyonla mücadele hem de halkın azalan reel gelirini artırma (milli geliri büyütme diye okuyun) diye çözüm yöntemleri birbiriyle çelişen iki sorun çıktı. Çünkü hem milli gelirin toplamda gerilemesi hem de “cari açık” yani dış borçlanmanın daralması,  halkın harcanabilir gelirinin yüzde 8 kadar azalmasına sebep olmuşken, hükümet bunu kağıt üstünde ortadan kaldırmaya çalışıyor. Maalesef birçok iktisatçı da  “maaşlara zam yapılsa reel gelirler artar diye” konuşuyor.

GÖKTEN DOLAR YAĞACAK

Başta ana akım iktisatçılarımız olmak üzere iş insanlarımız, bankacılarımız ve halkımızın çoğunluğu 2008 krizini izleyen 2009 yılında olduğu gibi yurtdışından bol ve ucuz döviz yağacağı rüyasını görüyor. Daha doğrusu içine düştüğümüz açmazdan ancak böyle çıkarız diye düşünüyor. Trump ile Erdoğan barıştıklarına göre “Dış-borç-kolik” Türkiye’ye şöyle bir 60-70 milyar dolar taze para gelse “her şey ne kadar güzel olur”  değil mi?  Hem enflasyon düşer hem de büyüme artar. Birkaç yıl sonra tekrar bugünkünden beter bir krize girebiliriz. Ama ne gam! Ne var ki, ufukta buna dair bir emare yok. İyisi mi biz gayret dayıya düştü deyip, ne pahasına olursa olsun “cari açık” vermeden büyümeye bugünden başlayalım.

Son söz: Yarının işini, bugünden yap.