Sevgili okurlarım, Türkiye PKK teröründen çok çekti. Örgütün başı olan Abdullah Öcalan Suriye’de, hemen burnumuzun dibinde yaşıyordu.
Bıçak kemiğe dayanmıştı...
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş günün birinde Suriye sınırına gidip bir konuşma yaptı, Suriye’yi açıkça tehdit etti:
“Apo’yu iade etmezseniz yapacağımızı biliyoruz. Gerekirse zorla almayı biliriz.” Benzer bir konuşmayı Cumhurbaşkanı Demirel birkaç gün sonra Meclis kürsüsünden yaptı. Ama bir gelişme olmuyordu. Herkes umutsuz bir bekleyiş içindeydi...
Ve baskılara daha fazla dayanamayan Suriye hükümeti Apo’yu sınır dışı etmek zorunda kaldı.
Çok özetle anlatıyorum, Apo çeşitli ülkelere gitti ama hiçbirinden kabul görmedi. İtalya, Rusya, Yunanistan...
Yılların haber bombası günün birinde Türkiye’de patladı.
Apo Kenya’da ABD’nin yardımıyla yakalanmış ve Türkiye’ye getirilmişti.
Bunlar olurken yıl 1999...

★★★

İmralı Adası’na tıkılan örgüt başının duruşmaları Haziran 1999’da başladı. Ben o sırada Hürriyet’teyim. Duruşmalar beş gün sürecek. Gazete her duruşma günü için bir yazarını görevlendirdi. Herkes sırayla bir gün gidecek...
Listeler askeriyeye önceden verilmişti.
Günlerden 4 Haziran... Ankara’dan bir gün önce Mudanya’ya doğru yola çıktım. Nasıl olsa isterler diye yanıma kimliğimi almayı da unutmadım!
Büyük bir heyecanla, adaya gidiş izni almak için askeriyenin İmralı irtibat bürosuna gittim. Çok mutluyum, fevkalade heyecanlıyım. Görevli astsubayın yanına girip kendimi tanıttım:
“Merhabaa, ben yarın İmralı’ya gidiyorum. Kartımın verilmesini rica ediyorum...”
Astsubay önündeki listelere baktı, kimliğimi istedi.
Devletin resmi kimlik belgesi olan sarı basın kartımı uzattım ama yanıt olumsuzdu...
“Emin Bey sarı basın kartı ne yazık ki bizde geçmiyor. Nüfus kağıdınızı rica edelim...”
Eyvah, şimdi ne yapacaktım...
Ama ben de yılların gazetecisi idim! Mutlaka çözüm bulacaktım!

★★★

Orada görevli üsteğmene çıktım...
“Üsteğmenim devletin basın kartını veriyorum ama astsubayınız kabul etmiyor. Lütfen izin belgemi verin...”
Ondan da aynı olumsuz yanıtı aldım.
İş ciddiye gidiyordu. Paniklemiştim.
İmralı irtibat bürosunun komutanı albaya çıktım.
Eyvah, o da nüfus kağıdımı istiyordu.
- “Bakın albayım, basın kartını kabul etmiyorsunuz ama bu yaptığınız yanlıştır. Ben yarın İmralı’ya gidemezsen gazeteme karşı rezil olurum, mahvolurum.”
- Valla kusura bakmayın, bize verilen emir böyle. İlle de nüfus kağıdınız gerekiyor.”
Utanmasam orada oturup ağlayacağım.
Çaresizlik içinde kıvranıyorum.

★★★

O sırada aklıma geldi. Korgeneral Hurşit Tolon İzmit’te garnizon komutanı ve İmralı ona bağlı. Hurşit Paşa benim dostum.
Albaya rica ettim, onun makamını aradık. Eğer yerinde yoksa, ulaşamazsam ben
bittim.
Neyse ki yerindeymiş. Emir subayına ismimi verdim, bağlandı. Ona durumumu yalvarırcasına anlattım.
“Paşam lütfen bir çözüm bulun, aksi takdirde rezil olacağım.”
“Emin Bey bizim emrimiz var, onu çiğneyemeyiz. Şimdi şöyle yapalım, siz Ankara’yı arayın, Tansel Hanım’dan nüfus kağıdınızı aldırıp albayıma fakslatın...”
O günlerde cep telefonları falan yaygın değil. Binbir güçlükle gazeteyi ve sonra evi aradım. Allah’ın büyüklüğüne bakın ki bizim hanım evde.
“Tansel şimdi sana gazeteden bir arkadaş gelip nüfus kağıdımı alacak, bilgin olsun.”
Bir süre sonra nüfus kağıdım gazeteden İrtibat Bürosuna fakslandı ve ertesi gün için İmralı yolları bana açılmış oldu. Rezil olmaktan kurtulmuştum, rahat bir nefes aldım.

★★★

Ertesi sabah erkenden Mudanya iskelesine gidip tekneye bindik. Teyp yasak, fotoğraf makinesi, kalem, kağıt, her şey yasak.
Bize adada kağıt kalem vereceklermiş.
İmralı uzaktan göründüğünde biz gazetecilere yine emir geldi:
“Yasak bölgeye girdik, herkes kurallara uyacak.”
İmralı iskelesine yanaştık ve yeniden bir sürü denetimden geçtik.
Ada komutanı albay yanıma geldi. Tahmin ediyorum ona Hurşit Paşa emir vermişti... “Duruşmanın başlamasına daha yarım saat var. Gelin size adamızı biraz gezdireyim...”
İkimiz adayı geziyoruz. Apo’nun bulunduğu cezaevinin duvarlarına geldik. Zaten cezaevinden birkaç adım sonrası duruşma salonu...
Albay’dan aptalca bir istekte bulundum:
“Hazır bu kadar yakına gelmişken içeri girsek, Apo ile kısaca bir konuşsam!”
Albay suratıma “Oha” dercesine baktı, “İnsaf Emin Bey, o kadarı da olmaz” dedi.
Utanmasa herhalde “Yüzsüzlüğün de böylesi olmaz, sen kafayı mı yedin” diyecekti!

★★★

Duruşma bitti, akşam saat 19 dolaylarında Mudanya iskelesine ayak bastık. Size manzarayı anlatayım.
Rıhtım boyunca ben diyeyim 15, siz deyin 20 canlı yayın aracı dizilmiş. Kameralar birbirine en fazla bir metre mesafede, her birinin başında o günlerin ünlü sunucuları, spikerleri var. Reha Muhtar, Ali Kırca dahil...Kıyamet kopuyor.
Biz tekneden çıkınca her biri üzerimize zıpladı. Kolumuza sarılanın kamerasına gidiyor, orada işimiz bitince başkaları tarafından öbürlerine sürükleniyorduk!
O gürültü patırtı ve kargaşa içinde o gece en az 10 kanalın canlı yayınına çıkıp duruşmayı anlattım. Hem de bir saat içerisinde... Hayatımın rekorudur!
İmralı bütün gazeteciler için ilginç bir meslek deneyimi olmuştu...
Tam da 20. yılında kısaca anlatayım dedim!