Sevgili okurlarım, bugün 10 Kasım... Büyük Atatürk’ün ölüm yıl dönümü...

Şimdi sizi yine biraz geçmişe götürmek istiyorum ki, Mustafa Kemal Paşa’nın en kritik günlerde bile nelerle boğuşup nasıl iğrenç saldırılarla uğraşmak zorunda bırakıldığını görün.

Günlerden 2 Aralık 1922. Türkiye’nin o günkü tablosu şöyle:

İzmir 9 Eylül 1922 günü kurtarılmış, savaşı kazanmışız. Hemen ardından Bursa kurtarılmış.

Meclis 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırmış, Vahdettin yurt dışına kaçmış.

Lozan Konferansı devam ediyor. Yedi düvelle boğuşup ulusal bağımsızlığımızı elde etme çabasındayız.

Bu kritik tablo içerisinde bile Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’yı yıpratıp saf dışı bırakmak isteyenler var. Üstelik bazıları Meclis’te milletvekili ve İkinci Grup adıyla örgütlenmişler. Akıl almaz, ihanete varan bir muhalefet sergiliyorlar.

Saltanatın kaldırılmış olmasının intikamını alma peşindeler.

O gün Meclis’te gerçekleşen bir olayı şimdi sizlere Hasan Rıza Soyak’ın “Atatürk’ten Hatıralar” isimli kitabından ve Meclis tutanaklarından bir kez daha aktarıyorum. (Yapı Kredi Bankası Yayınları.) Soyak milli mücadelenin ilk gününden ölümüne kadar Atatürk’ün yanında görev yaptı.

★★★

“Erzurum mebusu Süleyman Necati, Mersin mebusu (Çolak) Selâhattin ve Samsun mebusu Emin beyler, Meclis Başkanlığına seçim kanununun değiştirilmesi teklifinde bulunmuşlardı.

Bu teklifin 14. maddesinde “Bir kimsenin milletvekili seçilebilmesi için Türkiye’nin o günkü sınırları içindeki ahalisinden olması, yahut bir yerde beş sene müddetle aralıksız yaşamış bulunması” şart koşuluyordu.

Açıktı ki madde, doğrudan doğruya, doğduğu yer olan Selanik millî hudutlar dışında kalan ve memleketi korumak ve kurtarmak için cepheden cepheye koşarken bir yerde beş sene devamlı surette oturmaya imkân bulamamış olan Mustafa Kemal Paşa’yı hedef alıyordu.

Teklif, 2 Aralık 1922 günkü oturumda Meclis’e getirilmişti.

Durumdan daha evvel haberdar olan Atatürk söz almış, büyük bir üzüntü içerisinde şunları söylemişti: (Tutanaklardan):

★★★

“Efendiler, bu kanun teklifi doğruca benim şahsımı ilgilendirdiğinden, müsaade ederseniz birkaç kelime ile fikrimi arz etmek istiyorum.

Maalesef doğum yerim (Selanik) bugünkü sınırlar dışında kalmıştır.

Bir seçim bölgesi içerisinde beş sene oturmuş da değilim.

Doğum yerim millî sınırlarımız dışında kalmış ise bunda benim katiyen bir kasıt ve kabahatim yoktur. (Not: Selanik 1912 Balkan harbinde elimizden çıkmıştı. E.Ç.)

Bunun sebebi, bütün memleketimizi ve bütün milletimizi parçalayıp yok etmek isteyen düşmanlarımızın hareketlerinde kısmen başarılı olmalarının önüne geçilememiş olmasıdır.

Eğer düşmanlar maksatlarında tam başarı elde etselerdi, Allah korusun, bu teklife imza koyan efendilerin dahi memleketleri sınırlarımız dışında kalabilirdi.

Bundan başka, bu maddenin talep ettiği diğer şarta uymuyorsam, yani beş sene sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturamamış isem, o da, bu Vatana yaptığım hizmetler yüzündendir.

Eğer, bu maddenin istediği şartı kazanmağa çalışsaydım, İstanbul’u kazandırmakla sonuçlanan Arıburnu ve Anafartalar’daki savunmalarımı  yapmamam lâzım gelirdi.

Eğer ben bir yerde beş sene oturmaya mahkûm olsaydım Bitlis ve Muş’u aldıktan sonra Diyarbakır istikametinde yayılan düşmanın karşısına çıkmamam, Bitlis ve Muş’u kurtarmaktan ibaret olan vatanî vazifemi de yapmamam lâzım gelirdi.

Bu efendilerin istedikleri şartları kazanmak isteseydim Suriye’yi boşaltan orduların enkazından Halep’te bir ordu teşkil ederek düşmana karşı müdafaa etmemem ve bugün millî hudut dediğimiz hududu fiilen tespit etmemem lâzım gelirdi.

Zannediyorum ki ondan sonraki mesaim herkes tarafından bilinmektedir.

Hiçbir yerde beş sene oturamayacak kadar mesai sarf etmiş bulunuyorum. (Büyüklük gösteriyor, Milli Mücadelede yaptıklarına, kazandığı zaferlere, İzmir’i ve vatanı kurtardığına hiç değinmiyor. E.Ç.)

Ben zannediyordum ki bu hizmetlerimden dolayı milletimin muhabbet ve teveccühüne (sevgisine) mazhar oldum, belki bütün İslâm âleminin muhabbet ve teveccühüne mazhar bulunuyorum.

Binaenaleyh, bu teveccühler karşısında vatandaşlık haklarımın düşürülmesi yolunda bir teşebbüs ile karşılaşacağımı asla hatıra getirmezdim.

Tahmin ediyorum ve ediyordum ki, yabancı düşmanlar bana suikast yapmak suretiyle memleketimdeki hizmetimden ayırmaya çalışacaklardır.

Fakat, hiçbir zaman hatır ve hayale getirmezdim ki, velev iki üç kişi de olsa, Yüksek Meclisinizde aynı zihniyeti taşıyanlar bulunsun.

Binaenaleyh anlamak istiyorum, bu efendiler seçim bölgelerinin ciddi olarak duygu ve düşüncelerinin tercümanı mıdırlar?

Yine bu efendilere karşı söylüyorum, mebus (milletvekili) olmak itibariyle, tabii, bütün memlekette geçerli bir sıfatları vardır. Millet acaba kendileri ile aynı görüşte midir?

Efendiler, beni vatandaşlık haklarından mahrum bırakmak yetkisi bu efendilere nereden verilmiştir?.. Bu kürsüden resmen yüksek heyetinize, bu efendilerin seçim bölgeleri halkına ve bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum.”

Bu çirkin teklifi verenlerden “Estağfurullah Paşa Hazretleri, sizi kastetmedik” sesleri yükseliyordu! Acaba kimi kastetmişlerdi!

22 Aralık 1922 tarihli Meclis tutanakları işte böyle.

Şimdi yine Soyak’la devam edelim:

★★★

“Heyecanı son haddini bulmuştu, o halde kürsüden indi. Belliydi ki, velev birkaç cümle ile olsun şahsından ve hizmetlerinden bahsetmek zorunda kalmış olması, ona, o büyüklüğü nispetinde mütevazı adama çok ağır gelmiş ve ayrı bir ıstırap vermişti.

Meclis’te de bu teklife ve sahiplerine karşı bir an içinde şiddetli bir üzüntü, hiddet ve itiraz tufanı kopmuş, bunun sert dalgaları hemen o gün bütün memleketi kaplamıştı.

Başta teklif sahiplerinin seçim çevreleri olmak üzere yurdun her tarafından bu sinsi ve haince teşebbüsü lanetleyen kınayıcı telgraflar yağmaya başlamıştı. Öyle ki, gelen telgrafları tasnife dahi güç vakit bulabiliyorduk. Bu olağanüstü heyecan hâli günlerce, hatta haftalarca devam etmiş, çekilen telgrafların bir kısmı o günkü gazetelerde yayınlanmıştı.

Atatürk şahsına karşı yapılan kötülüklerden dolayı kimseye kin beslemez, daima af ile muamele ederdi. Hattâ, mümkün olursa iyilikle karşılık vermek isterdi. Nitekim bu teklifi verenlerden Erzurumlu Necati Bey’e, birkaç sene sonra öğretmen olarak bulunduğu Eskişehir lisesinde rastlayınca kendisine iltifatta bulunduğuna şahit oldum.

Başka bir devrede Emin Bey’in yeniden milletvekili seçilmesine de ses çıkarmamıştı...”

Mustafa Kemal Atatürk’ü burada bir kez daha saygı, rahmet ve özlemle anıyorum. Neler yaşamış, silahlı ve silahsız suikastlarla nasıl harcanıp tuzaklara düşürülmek istenmiş.

Allah ona rahmet eylesin.