Sevgili okurlarım, şimdi gözünüzün önüne bir siyasetçiyi getirin.
Bu iktidar döneminde uzun yıllar Bakan olarak görev yaptı. Sonrasında Recep Bey tarafından terfi ettirildi ve Başbakan oldu...
Ve son olarak Meclis Başkanı!
O makama da AKP-MHP oylarıyla seçildi. Geleceği en yüksek yerlere getirilmişti.
Emrinde son model görkemli makam araçları, koruma ordusu, devletin her türlü olanakları vardı.
Bir siyasetçi Allah’tan daha ne isteyebilir ki!..

★★★

Ancak günün birinde kendisini bile şaşırtan bir şey oldu. Recep Bey, Binali Bey’e kararını bildirdi ve talimat verdi:
“İstanbul Büyükşehir’e başkan adayımız sen olacaksın, ona göre hazırlan!”
Binali Bey hık mık ettiyse de kabul ettiremedi...
Zira İstanbul Büyükşehir, AKP iktidarının emrindeki en büyük “Hazine” idi.
Parasal kaynakları sonsuzdu. Yandaşlara peşkeş çekilen paraların ucu bucağı yoktu. Üstelik bu korkunç harcamaların hesabını soran herhangi bir makam da yoktu.
Orası devlet içinde ayrı bir devletti.
Emir yukarıdan geldiğine göre Binali Bey bunu kabul etmek zorundaydı...Ve etti!

★★★

31 Mart öncesi kampanyalarda onu sahada pek gören olmadı...
Kesinlikle inanıyorum, içinden dualar ediyordu:
“Allah’ım şu seçimi hayırlısıyla kaybedeyim de Ankara’ya döneyim.”
Aslında, aday olduktan sonra Meclis Başkanlığı’ndan derhal istifa etmesi gerekirken bunu da yapmaya eli varmadı. İstifasını haftalar sonra, üzerindeki baskılar yoğunlaşınca vermek zorunda kaldı ve gitti İstanbul’a... Artık kampanya başlamış, sahaya inme zamanı gelmişti.

★★★

Binali Bey’i ben hiç tanımadım ama uzaktan severim.
Görgülü, bilgili, iyi niyetli, biraz da safça bir adam olduğunu tahmin ederim.
Kişilik olarak saldırgan değildir.
Gerçi kampanya boyunca İstanbul’da bazı gaflar yaptı, potlar kırdı ama olsun varsın yani... Hatasız kul olmaz deyip
geçiştirdik!
Ancak İstanbul’da bir sıkıntısı daha ortaya çıktı.
Recep Bey onu büyük ölçüde dışlamış, her zaman ve her yerde olduğu gibi kendisini yine öne çıkarmıştı.
İstanbul çalışmalarını bizzat kendisi yaptı, çeşitli mitingler düzenleyip ahaliye hitap etti...
Yanında Binali Bey’i taşıyordu...
Ama adeta bir figüran olarak!
Başrol oyuncusu yine Recep Bey idi.

★★★

Tahminimi söylüyorum:
Recep Tayyip Erdoğan da Binali Yıldırım’ı aday göstermiş olmasından dolayı pişmandı.
Onu “Pasif” buluyordu.
Öbür yanda Binali Bey de pişmandı ve içinden herhalde şöyle diyordu:
“Ulan ben bu işe niye girdim, nereden girdim... Ankara’da rahattım, en forslu makamlara zıplamıştım, bu saatten sonra ne işim var benim İstanbul’da!.. Belediye başkanlığı benim işim mi yani.”
Beyefendi 64 yaşında yeterince olgunlaşmış biri...
Böyle düşünmekte doğal olarak haklıydı.
İsteği kalmamış, heyecanını yitirmişti.
Karşısındaki aday İmamoğlu ise tam tersi idi...

★★★

Dün gazetelerde Binali Bey’in sözlerini okudum ve onun adına gerçekten üzüldüm. Şöyle diyordu:
“YSK’nın kararından sonra gerçekte mağdur olan benim!”
Yine bir tahminimi söyleyeyim:
Binali Bey YSK kararından önce şöyle düşünüyordu:
“İnşallah iptal etmesinler, İmamoğlu kazansın ve ben bu işten sağ salim çekilip Ankara’da yuvama döneyim!”

★★★

Şimdi bir siyasetçi düşünün, devletin en yüksek makamlarında bulunmuş, Bakanlık, Başbakanlık, Meclis Başkanlığı yapmış...
Ve o siyasetçi seçimi kazandığı takdirde protokolde İstanbul Valisi’nin arkasında yer alacak, havaalanında uğurlama ve karşılama törenlerinde hazır bulunacak!
Allah rızası için söyleyin, siz olsanız buna katlanır mısınız?
Şimdi ben onun yerinde olsam şöyle düşünürdüm ama bu konuda hiç kimseye renk vermezdim. Hatta bunun pazarlığını bile belki önceden yapmış olurdum:
“23 Haziran’da İmamoğlu kazanıp beni bu yükten kurtardığı takdirde Ankara’ya sıradan bir milletvekili olarak dönerim ama Sayın Cumhurbaşkanımız bana elbette yeni bir makam verir. Beni Cumhurbaşkanı Yardımcısı yapar.”
Sevgili okurlarım, başlıktaki Binali Bey’in Serüveni şimdilik budur! Sonrasını yakın gelecekte görürüz.