Sevgili okurlarım, Erol Simavi Türk basınında bir döneme damgasını vuran gerçek “Basın imparatoru” idi.
Hürriyet Gazetesi’nin sahibi olan Erol Bey döneminde o gazete Türk kamuoyunda “Amiral gemisi” olarak bilinirdi...
Bugünkü gibi yandaş sularda sürüklenen bir refakat sandalı değildi...
Ve gerçek bir amiral gemisi olan Hürriyet yaptığı haberler, söyleşiler ve köşe yazılarıyla ses getirirdi.
Yıl 1985... Milliyet’te çalışıyorum.
Günün birinde, o sırada İzmir’de olan Erol Bey’den haber geldi:
“Emin’i Hürriyet’e almak istiyorum. İlke olarak kabul ederse gelsin İzmir’e görüşelim.”
Gittim... Evinde oturup konuştuk.
Kendisiyle ilk kez yüz yüze geliyorduk.
Vereceği maaşı söyledi, ayrıca (o günkü parayla) 25 milyon lira transfer parası önerdi. Bir de (yerli olmak koşuluyla) bir otomobil verecekti.
Gazetecilik yaşamım boyunca aldığım tek transfer ücreti budur!

★★★

Onu tanıdıkça renkli dünyası ve ilginç kişiliği gözlerimin önüne seriliyordu. Gazete yönetimiyle tanıştırmak için birkaç gün sonra İstanbul’a çağırdı. O zamanki Marmara Etap (şimdi The Marmara) otelinde annesi Melek Hanım’la birlikte kalıyordu ama nasıl kalmak!
Otelin 16. katını tümüyle kiralamıştı.
“Şekerim İstanbul’a geldiğinde sen de burada kalırsın. Ancak senden bir ricam olacak. Bu otelde veya başka yerlerde vereceğin ziyafetlere 20 kişiden fazla çağıracak olursan Hasan’a (Hasan Pulur’a) haber ver. İzin al demiyorum, sadece haber vermen yeterli.”
Rahmetli Hasan abi o sırada Hürriyet’in başında. Erol Bey’in bu önerisini duyunca doğrusu şaşırdım:
“Aman efendim 20 kişilik ziyafetler kim, ben kimim! Öyle bir şey olmaz.”
İlk kez orada farkına vardım ki, Erol Bey kendi bazı üst düzey çalışanlarından büyük kazıklar yemiş ve çok sayıda yüksek ziyafet faturalarını gazeteden ödemek zorunda bırakılmıştı.

★★★

Günün birinde otelde yemek yiyoruz. Erol Bey’in yanına kendisinin muhasebe ve banka hesaplarına bakan adam geldi. Elinde kafa karıştırıcı bir sürü rakamlar, okudukça okuyor, harcamaları ve güya para durumunu anlatıyor. Üçkağıt yaptığı herifin suratından bile anlaşılıyor. Adam gidince artık dayanamadım ve sordum:
“Efendim bu adamın yalan söylemediğine, sizi aldatmadığına, kazıklamadığına emin misiniz?”
Her cümlesine şekerim diye başlardı, anlattı:
“Şekerim beni herkes kazıklamıştır. Benim yüzüm tutmaz, yapanların yüzüne vuramam... Bu herifin de beni kazıkladığını biliyorum ama utanıyorum, söylemeye yüzüm tutmuyor. Ayrıca iki kişi dışında benden borç alan hiç kimse parasını ödememiştir. Borcunu ödeyenlerden biri askerdeki yüzbaşım, evinin damını aktaracaktı, borç istedi. O adam borcunu ödedi. İkincisini söylemeyeyim, sen onu biliyorsun!”
İkincisi bendim! 10 bin lira borç almış ve sonra onun banka hesabına göndermiştim. Erol Bey’i arayıp borcumu yatırdığımı söylediğimde yanıtı yine ilginçti:
“Şekerim ben banka hesaplarıma falan bakmam. Madem göndermişsin, teşekkür ederim.”

★★★

Bugünkü yazımda niçin Erol Simavi’den söz ettiğime gelince...
Yarın onun dördüncü ölüm yıl dönümü.
Yarın saat 11’de İstanbul Kanlıca’daki mezarı başında anılacak.
Onu hem çok severdim, hem de saygı duyardım.
Gazetede toplu iş sözleşmesi imzalanacak. Sendika ile uyuşma sağlanmış... Ve Erol Bey’den bütün çalışanlara gönderilen teleks mesajı:
“Sendika (örneğin) yüzde 15 zam istemişti, ben yüzde 25 veriyorum. Hayırlı olsun, güle güle harcayın.”

★★★

Arabasıyla otoyoldan İstanbul’a gidiyoruz. Şakır şakır yağmur yağıyor. Kısa süre sonra arabayı durdurdu. Şoför bagajı açıp votka teşkilatını çıkardı. Erol Bey sordu:
“Alır mısın?..” “Yok efendim, ben zaten içki içemem de,sabahın bu erken saatinde hiç içemem...”
Bir süre sonra arabayı yine durdurdu...
“Çişim geldi, varsa sen de yap!..” “Benimki gelmedi, siz yapın...”
Erol Bey o yağmurun altında arabayı sağa çektirdi, yolun kenarında çişini yapıyor... İçimden gülüyorum...
“Koskoca basın imparatoru otoyola çişini yapıyor, birileri görüp resmini çekse ne bomba haber olur ama...”
Bolu Dağı’ndaki Varan tesislerine gidene kadar bu çiş seansları birkaç kez tekrarlandı. Her seferinde “Sen de yap” diyordu ama bende yoktu ki!..
Varan’a gelince yine sordu:
“Bu sefer inşallah vardır...” “Var efendim...” İkimiz de tuvalete yöneldik. Erol Bey içinden geçeni söyledi:
“Valla bu sefer de yok deseydin seni gazeteden kovardım!”
Onunla ne anılarım var.

★★★

Aslında Erol Simavi mutsuz bir insandı. Artık yurt dışında yaşıyordu. Bir kez İstanbul’a gelip ameliyat olmuş, kimsenin haberi olmadan yine yurt dışına gitmişti.
Bir oğlu uzun yıllar önce intihar etmiş, evlat acısı çekmiş.
Öteki oğlu, babasının adını taşıyan Sedat Simavi’nin gazete ve gazetecilikle uzaktan yakından ilgisi yoktu. O başka dünyaların adamı idi. Avcılık falan yapardı.
Erol Bey’in kafasına şimdi büyük bir kuşku yerleşmişti:
“Ben artık yaşlanıyorum. Ben öldükten sonra Hürriyet kime kalacak? Sedat bu işi kıvıramaz...”
Ve gazeteyi satmaya karar verdi. Karşısına çıkan ilk alıcı Aydın Doğan’la el sıkıştılar ve satış işlemi (hem de ölmüş eşek fiyatına) 1994 yılında gerçekleşti.
Sonrasında temelli olarak Monako’ya yerleşti.
Orada vefat ettiğinde 85 yaşında idi.

★★★

Erol Bey gerçekten düzgün bir adamdı. Çok kazıklar yemiş ama umursamamıştı.
Türk medyasında hükümetlerden emir ve talimat almayan, devlet bankalarından avanta krediler almayan ve bağımsızlığını sürdüren son büyük patrondu.
Gazetecilikten başka hiçbir işi, hiçbir geliri yoktu.
Bir de bugünkülere bakıyorum da!..
İktidarlara yalakalık yapmaz, Hürriyet’in demokrat ve Atatürkçü çizgisini asla bozmazdı.
Ancak çevresinde nice yalakalar, yağcılar ve çıkarcılar vardı ki görünce utanmamak mümkün olmazdı...
Onun “İnsan” taraflarına ben dahil bütün gazete çalışanları defalarca tanık olduk.
Yarın Kanlıca’da mezarı başında anılacak. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Allah rahmet eylesin.

Erol Simavi