Sevgili okurlarım, dün yaşanan olay bir ilk olarak sadece basın tarihine değil, Türkiye’nin de tarihine geçecektir.
Ayrıntılarını ve işin özünü bugün SÖZCÜ’de okuyacaksınız.
Sayıları iki’yi geçmeyen tetikçiler daha önceden piyasaya sürülmüş ve olayın altyapısını hazırlama görevini üstlenmişlerdi.
Her gün bıkıp usanmadan aynı şeyleri yazdılar.
Kendi televizyon kanallarında da her gün söylemişler ama o yayınları ne yazık ki (!) izleme olanağım yoktu.

★★★

Kendilerini savcı, hakim ve mahkemenin yerine koyup ahkâm kesiyorlardı:
- Kahraman savcılarımız günde üç saat uyuyup SÖZCÜ için uğraşıyorlar.
- SÖZCÜ kapatılacak ve başına kayyum atanacak.
Ne olacağını, yargının ne gibi kararlar alacağını kendilerine göre bildiriyorlardı!
Bizim iddianameyi hazırlayan savcılarımızdan her seferinde özellikle “Kahraman savcılarımız” diye söz etmeleri gerçekten ilginçti...
Adalet Bakanlığı veya İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı onları uyarmadı... Uyardıysa da takmadılar!
Hiçbir makam “Hakim ve savcı sadece görevini yapar, adalet dağıtır. Adalette ‘Kahramanlık’ olmaz. Bu tanımı lütfen bir daha kullanmayın, yargıyı yıpratıyor ve zan altında bırakıyorsunuz...”
Demedi, diyemedi.

★★★

Sevgili okurlarım, bunları bütün içtenliğimle yazıyorum. Geçmişte Hürriyet’te, ya da yıllardır SÖZCÜ’de benim yazılarımı okuyorsunuz.
Bir gün olsun aklınızdan “Yaa arkadaş, bu Emin Çölaşan’dan ben kuşkulanıyorum. Bu adam Fetö’cü, cemaatçi falan olabilir” diye bir şey geçti mi?
Sadece ben değil, bu gazetede yazan herhangi bir arkadaşım hakkında böyle bir şey düşündünüz mü?
Biz aynı şeyleri onurla ve gururla savunan ve söyleyen, aynı yolun yolcusu olan alnı açık bir kadroyuz.
Mustafa Kemal’in askerleriyiz.
Balkona çıkarıp silkeleseniz yere içimizden bir tek Fetö’cü, bir tek cemaatçi düşmez.

★★★


42 yıllık gazeteciyim.
1989’dan beri Hürriyet ve SÖZCÜ’de binlerce, evet binlerce köşe yazım çıktı.
Bazılarından yargılandım, yargı önünde hesap verdim. Hakkımda ceza açısından verilmiş bir tek mahkûmiyet kararı bile yoktur.
Fetullah’la ilgili olarak taa 1999 yılından başlayarak bugüne kadar yüzlerce yazı yazdım.
Şimdi birileri o yazıları birer birer taramış, içlerinden bazılarını seçmiş, savcıya vermiş ve hakkımda iddianame düzenlenmiş.
İçlerinden cımbızla seçilen toplam 6-7 cümlemde “Suç” bulunduğu iddia ediliyor.

★★★

Evet, 42 yıllık gazetecilik yaşamımda dün ilk kez Ağır Ceza Mahkemesi’nde sanık sandalyesine oturup mahkemeye ifade verdim...
Ve kendimi, kendi küçük çapıma uygun olarak elimden geldiğince, aslanlar gibi savundum...
Başkanın bütün sorularına yanıt verdim.
Ortaya bir tek açığım, çelişkim, yalanım vesaire çıkmadı çünkü yoktu.
Mahkemeye sunduğum yazılı savunmada her şeyi açıkça anlatma fırsatını buldum.

★★★

Bizim gazetede Nil Soysal’ın benimle yaptığı söyleşide 17-25 Aralık 2013 tarihli polis baskınları için “Bizim başaramadığımızı Fetullah ekibi başardı. Bunların belgesi bizde yoktu. Cemaat devleti ele geçirmiş olmanın avantajını iyi kullandı” demişim.
Doğrudur, biz bazı Bakan Bey’lerin adına Reza Zarrab denilen İranlıdan rüşvet aldığını biliyorduk. Biliyorduk ama belgesi olmadan yazamıyorduk.
Yukarıdaki söyleşinin tarihi 24 Aralık 2013.
Aradan şimdi geçmiş beş yıldan fazla bir zaman. Sonrasında olanları anımsayın. Evleri polis tarafından basıldı, para kasaları, para sayma makineleri ve gizlenen milyonlarca nakit dolar bulundu.
Rüşvetçi dört Bakan Bey istifa etmek zorunda kaldı...
Ve benim dün yargılandığım üç konudan biri bu idi!
Diğeri 29 Ekim 2015 tarihli yazım, sonuncusu ise cezaevinden bana mektup gönderen, sekiz aylık bebeği ile birlikte tutuklanan bir annenin çilesi...

★★★

Bu suçlamalar karşısında ne demeli, ne yapmalı, neleri sormalı...
Adına cemaat denilen topluluğa devleti biz mi teslim ettik?
Mülkiye, askeriye ve yargıyı onlara biz mi verdik?
Cemaatin okullar, üniversiteler, dershaneler kurup trilyonlar kazanmasına biz mi göz yumduk? Bu rezil süreci yazılarımızda ve gazetemizin manşetlerinde gündeme taşıyan acaba uzaydan gelen yaratıklar mıydı?   
Onlarla yıllarca iç içe olan, Bank Asya’nın açılışında Fetullah’la el ele kol kola fotoğraflar çektiren, “Ne istediniz de vermedik” diye sitem eden acaba bizler miydik?

★★★

Sevgili okurlarım...
Az veya çok tanıdığınız Emin Çölaşan ve Fetö’cülük...
Cemaatçilik!
Uyar mı!
Ben ve arkadaşlarım dün işte bu suçtan yargılandık.
Mahkemenin çağrı kağıdında aynen şöyle yazılı idi:
“Örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan sanık Mustafa Emin Çölaşan...”
Cezası 8 yıldan 15 yıla kadar hapis.
Muhalif kesimleri korkutmanın, sindirmenin, konuşamaz ve yazamaz duruma getirmenin son göstergesi.
Hiç kuşkunuz olmasın... Dün başlatılan yargılama süreci basın tarihinde, hatta Türkiye tarihinde yerini şimdiden almıştır.