Sevgili okurlarım, bugünlerde kafam iyice karışık! Doğrusunu isterseniz memlekette neler olup bittiğini anlayamıyorum.

Tahmin ediyorum ki algılama yeteneğimi tümüyle yitirdim!

Örneğin şu bizim meşhur Suriye olayını çözmek için koskoca ABD heyeti kalktı geldi. “Bu işi sonuna kadar götüreceğiz” diye bağıranlar, bir de baktık ki ordumuzun Suriye’de terör örgütlerine karşı başlattığı operasyonu bir anda durdurmayı başarmış.

Dün her zaman olduğu gibi yandaş gazetelerin manşetlerine kısaca göz attım, kafam daha beter karıştı.

İşte size o manşetlerden birkaç örnek:

“Türkiye her istediğini aldı. Büyük zafer. (Yeni Şafak.)”

“Erdoğan dik durdu Batı diz çöktü. Güvenli bölgede Türkiye zaferi. (Star.)”

“ABD’ye 120 saat mühlet. Teröristlerinizi güvenli bölgeden çekin. (Akşam.)”

“Türkiye hem sahada hem masada kazandı. Güvenli bölge için ABD’ye 120 saat süre. (Türkiye.)”

“Hem sahada hem masada kazandık. (Sabah.)”

“Türkiye istediğini aldı. (Milliyet.)”

★★★

Şimdi bu durumda ben ne yapayım!.. “Yav kardeşim nasıl bir zafer kazandık, şunu açıkça bir anlatsanız” desem kimse anlatmaz.

Adına Trump denilen manyağın sözlerine ve kararlarına uyduk.

Uymak zorunda idik.

Bu adamın gerçek bir manyak, gerçek bir ruh hastası olduğuna bir kez daha inandım.

Hastalığının ne olduğunu bilemem ama normal olmadığı kesin.

Bize şantaj yaptı...

Başta Halkbank olmak üzere ortaya birtakım şantaj dosyaları çıkardı. Bizim bazı üst düzey yetkililer için ambargo kararları aldırdı, ABD’deki hesaplarına el konulacağını açıkça bildirdi.

Bazen dövdü...

Bazen sövdü, hepimizi aşağıladı...

Sırası geldikçe de Recep Bey’e övgüler düzmeyi ihmal etmedi.

★★★

Dün en son mesajını okuduk.

Recep Bey’e teşekkür ediyor ve şöyle diyordu:

“Çocukların kavga etmesine bazen izin vereceksin, sonra onları ayıracaksın!”

Türkiye Cumhuriyeti ile resmen alay ediyordu.

★★★

Suriye harekâtı umarım ki, bizimkilerin biraz olsun ders almasına neden olmuştur.

Bütün dünyayı karşımıza almıştık.

Bu iş öyle Azerbaycan, Pakistan gibi birkaç ülkenin göstermelik desteği ile zaten bir yere varamazdı. Asla mümkün değildi.

İşin parasal boyutu derseniz, korkunç rakamlara varmıştı.

Döviz zıplamış, borsa inişe geçmiş, işsizlik rakamları anormal boyutlara ulaşmıştı.

Atılan her bombanın maliyetinin binlerce dolar olduğunu unutmayalım.

Şimdi, bundan sonrasını hep birlikte göreceğiz...

Yandaş medyanın zafer çığlıklarının gerçek olmasını dilerim.



Sevgili okurlarım, bugüne kadar binlerce yazı yazdım...

Çoğunda eleştirdim, yolsuzluk belgeleri açıkladım, iktidara ve hükümete sorular sordum, açıklama bekledim.

Birine bile yanıt gelmedi.

Evet, gerçek budur.

Önceki gün bunun tam tersi bir olaya tanık oldum ve doğrusunu isterseniz sevindim.

“Cezaevlerine kitap” ve orada duyulan kitap açlığı konusunda yazdığım iki yazı sonrasında Adalet Bakanı Abdulhamit Gül aradı, kısa konuşmamızda özetle şunları söyledi:

“Bizim de Bakanlık olarak bütün amacımız tutuklu ve hükümlülere kitaplar sağlayıp onları okumaya teşvik etmektir. Bu konuda çalışmalarımız var. Örneğin Aliağa Cezaevi kütüphanesinde 4900 kitap olduğunu öğrendim. Sözünü ettiğiniz kampanya konusunda arkadaşlarıma talimat veririm, bu işin nasıl yapılacağını belirlesinler...”

Kendisinden rica ettim:

“Efendim siz lütfen bana yazılı bir açıklama gönderilmesi için talimat verin, onu aynen yayınlarım. Böylece cezaevlerine kitap gönderme işinin kurallarını ve ayrıntılarını dile getirmiş oluruz. Zira o konuda epeyce kısıtlama var. On binlerce tutuklu ve hükümlünün okuma açlığını biraz olsun gidermesine katkıda bulunmuş olursunuz...”

★★★

Böyle yol gösterici bir açıklama düne kadar gelmedi. Bundan sonra gelip gelmeyeceğini de bilemiyorum.

Yine de Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e çok teşekkür ediyorum.

Bu iktidar döneminde beni arayıp kısaca bilgi verme zahmetine katlanan ilk Bakan olduğu için...