Sevgili okurlarım, adına “Başkanlık sistemi” denilen acayip bir nesneyi devreye soktular, kendileri hariç herkes tepki gösterdi.
Bir sistem düşünün ki, anayasa uyarınca “Türk Milletinin birliğini” temsil etmekle yükümlü olan bir cumhurbaşkanı aynı zamanda partisinin genel başkanıdır!
Karşımıza her gün çıkmakta, esip gürlemekte, muhalefet liderleriyle birlikte partilerine de en ağır sözlerle saldırmaktadır.
Yani iki ayrı kimliği var...
O konuşmaları hangi kimliği ile yapmaktadır?
Cumhurbaşkanı mı, parti genel başkanı olarak mı?
Kendisini eleştirdiğiniz anda hakkınızda hemen cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla dava açılır, mahkeme kapılarını aşındırmak zorunda kalırsınız.
Şu savunmayı yapsanız bile asla dikkate alınmaz:
“Ben onu cumhurbaşkanı değil, AKP genel başkanı kimliği ile eleştirdim...”
Boşuna nefes tüketmiş olursunuz!..
Ve çoğunlukla hapis cezası alırsınız.

★★★

Recep Bey derseniz, o istediği gibi konuşmakta, istediği her şeyi söylemekte özgürdür.
Devletin ve ülkenin maddi ve manevi bütün olanaklarını tek başına ele geçirmiş durumda.
Ama gelin görün ki, adına başkanlık sistemi denilen bu acayip sistem yavaş yavaş çökme aşamasına geliyor.
Hiç alışık olmadığımız hadiseler yaşanıyor...
Hem cumhurbaşkanı, hem parti başkanı...
Böylesine ilk kez tanık oluyoruz.

★★★

Sistem çöküşe geçti... Gerçekten öyle mi?
Evet öyle.
Bunun en somut kanıtı gerek 31 Mart ve gerekse 23 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan sonuçlardır.
Kendisi ve partisi açısından bakıldığında tam bir hezimettir.
İşte bu ortamda sadece cumhurbaşkanlığı sistemi değil, partisi de çatırdamaya başladı...
Birileri partiden istifa ediyor ve öteki istifalar bekleniyor.
Bu aşamada Recep Bey’in söyleyecek fazla bir şey yok.
Durumu “Partimizden istifa edenler bir hiç olmaya mahkûmdur” gibi sözlerle idare etmeye çalışsa da, iç dünyasında pek o kadar rahat olmadığı açıkça belli.

★★★

Bosna gezisi dönüşünde uçağına aldığı yandaş gazeteciler ekibine söylediği bazı sözler çok ilginç...
“Bizim dava arkadaşlığımızda bir şey var. Dava terk edilmez. Burada sonuna kadar hizmet söz konusudur.”
Hangi dava arkadaşlığı?
Bu sözleri önceki yıllarda söylese bir değeri olurdu.
Ama şimdi sözünü ettiği o dava arkadaşlığı falan yok.
Bugüne kadar partisinden kimler istifa etti, saysak sayfalar dolar.
Şimdi Ali Babacan ve onun ardından gelmesi beklenen bazı milletvekillerinin kendisini bırakmasından korkuyor!
Tek adam rejimi çuvallamış, ekonomi çökmüş, toplumun bütün kesimleri her açıdan zor duruma düşmüş ve beyefendi şimdi bile dava arkadaşlığından söz edebiliyor!
Eski günler artık yok beyefendi, dava arkadaşlığı da yok.
O günler bir daha hiç gelmeyecek.
Cicim ayları, cicim yılları çoktan bitti.

★★★

Ali Babacan’ın istifasını değerlendirirken yine uçakta söylediği bazı sözler dikkatimi çekti:
“Ben kendisine de söyledim. Şunu unutmayın ki bu ümmeti parçalamaya hakkınız yok, sen bunu yapıyorsun. Bunun parçalanmasıyla da bir yere gidemeyeceksiniz” dedim.
Ümmeti parçalamak!..
Ne demek bu?
Bir cumhurbaşkanı bu sözü söyleme hakkına sahip değildir. Aklından geçse bile bu lâfları kendi içinde tutması ve belki şöyle demesi gerekirdi:
“Milleti parçalamak.”
Hiç endişe etmesin, partisinden birileri istifa ettiği takdirde millet de parçalanmaz.
Bu memleket neler gördü, ne istifalara, ne katakullilere tanık oldu ama hiçbir zaman parçalanmadı.

★★★

Ancak beyefendinin sözlerinden bir gerçek daha ortaya çıkıyor:
Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’da çok kırgınmış...
“Bunlara kırgın olmayacağım da kime kırgın olacağım Allah aşkına!”
Demek ki zaten olmayan dava arkadaşlığı masalı da bitmiş.
İktidarın nimetleri elden kaçmaya, hezimetler ortaya çıkmaya başlayınca bu işler böyle olur.
Batan gemiyi birileri terk etmeye başlar.
Sonra sıra gelir “Ümmeti parçalamak” gibi anlamsız ve tutarsız suçlamalara!