Sevgili okurlarım, adına “Propaganda” denilen kavramı dünyada en yoğun ve en sık biçimde uygulayan kişinin adı Joseph Goebbels idi.
Faşist Almanya döneminde Hitler’in Propaganda Bakanı ve sağ kolu idi.
Dünyada o zamanlar televizyon ve internet yoktu.
En büyük propaganda aracı radyo, dergi ve gazetelerdi. Medya onlardan oluşuyordu.
Hitler kara propagandayı iyi kullanmayı bilen bir liderdi. Her gün radyoda nutuk atar, sözleri ertesi gün gazetelerin manşetlerinde yayınlanırdı.
Bütün medya ister istemez yandaş olmuştu! Sıkıysa olmasın... Hiç kimsenin ağzından ters bir söz çıkması, ters bir cümle yayınlanması asla söz konusu değildi.
Korku dağları bürümüştü.

★★★

Ancak perde arkasında Hitler’den daha önemli biri vardı.
Medyayı büyük ölçüde Goebbels yönetir ve yönlendirirdi. O da her gün nutuklar atar, Alman halkını büyük yalanlarla kandırmaya çalışırdı.
Bu alanda dünya literatürüne girmiş çok ilginç sözleri vardır:
- “Propaganda orta zekalıların değil, parlak uygulayıcıların konusudur...”
- “Sürekli yalan söyleyin, mutlaka inananlar çıkacaktır...”
- “Söylediğiniz yalanlar ne kadar büyük olursa, halk size o kadar çok inanır...”
- “Ağzınızdan çıkan her sözün gerçek olması şart değildir. Gerekirse yalan söyleyecek, iftira atacak, sizden yana olmayanları korkutmaktan, hakaret etmekten, şantaj ve baskı yapmaktan kaçınma-yacaksınız...”
- “İktidarda kalmak için her yol mubahtır, bunu asla unutmayacaksınız...”

★★★

Goebbels İkinci Dünya Savaşı ve öncesindeki yıllarda Hitler’in yalanlarını ve sahte vaatlerini Alman halkına yutturmayı başardı.
1945 yılında savaş artık bitiyor, Almanya teslim oluyordu...
Rus ordusu başkent Berlin’e girdiği sırada Goebbels, Hitler’le birlikte o meşhur sığınakta idi. Rus ordusu sığınağı da ele geçirmek üzereydi.
Hitler intihar etti ama cesedi bulunamadı.
Goebbels de eşi ve dört küçük çocuğu ile birlikte intihar etti.
Ama propaganda konusundaki sözleri ve bu alanda yaptıkları dünya tarihine geçmişti.

★★★

Günümüzde propagandanın alanı çok genişledi. Radyo önemini epeyce yitirdi. Gazeteler aynen kaldı...
Ve devreye en etkili araç olarak televizyon kanalları, sosyal medya ve internet siteleri girdi.
Radyo artık her evde yok.
Gazeteler de öyle.
Ama Türkiye açısından bakacak olursak televizyon (en ücra köyler dahil) her evde ve her yerde var.
İşte bu yüzden, özellikle seçimler öncesinde iktidar partileri televizyon kanallarını ele geçirmek için çaba harcıyor.

★★★

Şu Türkiye tablosuna bir bakınız!..
Çık televizyona, senden yana olmayan bütün kesimlere, özellikle de muhalefet liderlerine bindir Allah bindir! Yalanın bini bir para!
Televizyon kanallarının en az yüzde 95’i senin elinde, senin emrinde ve hizmetinde.
Medya patronu yapılan iş adamları öyle.
Her birinin iktidardan çok büyük iş ve ihale beklentileri var.
Sıkıysa, sen konuşmaya başladığın zaman bütün yayınları kesip seni vermeye başlamasın ve anında canlı yayına geçmesinler!
Ses çıkarabilen, eleştiri yapabilen sadece birkaç kanal var, onları hepimiz biliyoruz.
(Dün sosyal medyada bir karikatür vardı. Görüntü şöyle: Recep Bey yatakta uyuyor. Televizyon sunucusu hemen devreye giriyor: “Sayın cumhurbaşkanımız rüyasında konuşmaya başladı. Canlı yayına geçiyoruz.”)

★★★

Yazılı basın derseniz, aynen televizyonlar gibi... Yüzde 95’i iktidarın emrinde.
Talimat yukarıdan gelir, ertesi gün hepsi aynı manşetle çıkar.
Bu alanda özellikle ve her gün izlediğim iki gazete var:
Milliyet ve Hürriyet...
Onların ne hallere geldiğini, ne durumlara düştüğünü şimdi hayretle, ibretle ve içim kan ağlayarak izliyorum. Her ikisinin de patronu aynı...
Demirören ailesi!

★★★

Milliyet 1977 yılında benim gazeteciliğe başladığım ilk gazete idi. Abdi İpekçi’nin yönetiminde Türkiye’nin bir numaralı saygın (ve sosyal demokrat) gazetesi.
1985’de, rahmetli Erol Simavi tarafından Hürriyet’e transfer edildim.
“Büyük gazete” idi, Milliyet’le birlikte ses getirirdi.
Kamuoyunda “Türk basınının amiral gemisi” olarak bilinirdi. Şimdi iktidarı kurtarma sandalı olarak görev yapıyor!

★★★

Bu devirde eğer etkili olmak istiyorsan, medyayı ne yapıp edip ele geçirecek ve onları kendin için propaganda aleti olarak kullanacaksın.
Patronlarını ihya edecek ve kalkındıracaksın.
Haberlerini ve manşetlerini ona göre ayarlayacak, çatlak ses çıkarmaya yeltenen köşe yazarlarını derhal şutlayıp seslerini keseceksin. Beni de bu nedenle Hürriyet’ten şutlamışlardı ama o zamanki baskı şimdiki kadar değildi.

★★★

Televizyon haber kanallarına bakıyorum, özellikle bir sürü yandaş kanalı izlerken yine yüzüm kızarıyor...
CNN-Türk, NTV ve ötekiler...
Ne yapmalı, kimi kime şikayet etmeli!
İktidarın propaganda mekanizması olanca hızıyla çalışıyor.
Televizyonlar, gazeteler ve internet siteleri... Başlıklar hep birbirine benziyor:
“Büyük bir müjde daha, her şey dört dörtlük olacak!..”
Aynı “Cek cak, yapacağız edeceğiz hele seçim bitsin” edebiyatı.
Biz Türkiye’de işte bu koşullarda, ele geçirilmiş medya ile birlikte seçime gidiyoruz.
Joseph Goebbels günümüzde yaşıyor olsaydı, Türkiye’de olanlar için herhalde şöyle derdi!
“Biz Hitler’le birlikte medyayı ele geçirmiştik. Propaganda sanatını iyi bildiğimizi zannederdik ama yanılmışız. Meğer bu işin ustası sizlermişsiniz. Sizin yanınızda biz çırak çıkarmışız, çoluk çocuk kalırmışız!”