Sevgili okurlarım, gazetemize açılan FETÖ davasından mutlaka haberiniz olmuştur.

Duruşma tebligatlarında suçumuz (!) aynen şöyle tanımlanıyor:

“Terör örgütüne üye olmamakla birlikte, bilerek ve isteyerek yardım etmek.”

Yani bir yanda Fetullah örgütü, bir yanda bizler!..

Yani terörden yargılanıyoruz!

Ve o örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmişiz.

Peki nasıl yardım etmişiz, ne yapmışız, hiçbir şey belli değil.

Hakkımızda bir tek delil, belge vesaire var mı? Varsa nedir?

Bir tek tanık var mı? Varsa kimdir?

★★★

Hiç saymadım ama yarın sanırım Ağır Ceza Mahkemesi’nde altıncı duruşmaya çıkacağız.

Gazetemizin sahibi Burak Akbay yurt dışında. Hakkında yakalama kararı var, bir türlü kaldırılmıyor. Acaba o ne yapmış, suçu ne?

Bu dönemde ne yazık ki “Adalet” kavramı paspas gibi çiğnenir oldu.

Özellikle iktidar tarafından nefret edilen muhalif gazeteciler açısından bakıldığında, korkunç bir tablo ortaya çıkıyor.  

Açılan davalarla üzerinizde baskı yaratmak! Sizi özgürce yazamaz ve konuşamaz duruma getirmek...

Ben FETÖ’cüyüm haaa, SÖZCÜ FETÖ’cü haaa! Olacak şey midir!

★★★

Bir tek belgesi, bir tek tanığı olmayan içi boş bir davada yargılanıyoruz.

Yarın beraat mı edeceğiz, ceza mı alacağız, ya da duruşma bir kez daha mı ertelenecek, bilemiyoruz

Bildiğimiz tek şey, bu davada onurumuzla oynanıyor.

Ben ki, sözü edilen bu örgütün başı olan Fetullah hakkında bugüne kadar yüzlerce yazı yazmış, aynı şahıs tarafından defalarca mahkemeye verilip hepsinden beraat etmiş adamım, ben nasıl FETÖ’cü oluyorum, teröre nasıl destek veriyorum?

Biri bana bu soruların yanıtını versin, öğrenmiş olayım!

★★★

Emin Çölaşan’ın notu: Yarınki duruşmadan birkaç gün sonra, önümüzdeki hafta izne çıkmayı düşünüyorum. Bunu yazma nedenim, hakkımızda mahkemece verilecek karar ne olursa olsun, yapılacağını düşündüğüm spekülasyonların önünü şimdiden kesmektir.



Sevgili okurlarım, Uzakdoğu seferi yapan İnce Karadeniz isimli Türk gemisinde acı bir olay oldu... Gemi süvarisi Bora Ekşi, bir tayfa tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Aynı kişi gemide dört kişiyi de yaraladı.

Dün bu konuda uzak yol kaptanı Hakan Tunç’tan aldığım mesajı sizlere iletmeyi bir görev bildim:

“1988 yılında Yüksek Denizcilik Okulundan mezun oldum ve o tarihten bu yana gemilerde uzak yol kaptanı olarak görev yapıyorum.

Üç tarafımız denizlerle çevrili olduğu halde biz ne yazık ki denizciliği bilmiyoruz.

İki yılda bir yaptırmak zorunda olduğumuz sağlık muayeneleri tamamen göstermeliktir. Doktor bir sıkıntımız olup olmadığını sorar, olmadığını söyleyip raporu alırız.

Yaşantımızın çoğunu uzak denizlerde, gemide geçiririz. Özellikle tayfalarda ciddi bir psikolojik inceleme hiçbir zaman yapılmaz.

Aynı denizcilik şirketleri ise gemi kaptanlarını sefere çıkarmadan önce her şeylerini didik didik edip araştırır.

Ama ne yazık ki tayfalar, gemiciler, yağcılar ve aşçılar için herhangi bir denetleme ve araştırma yapılmaz.

★★★

Kaptanın kendisini koruması için değil silahı, sapanı bile yoktur.

Türk bayrağını uluslararası sularda temsil etmesine izin verilir ama Suriyeli sığınmacılar kadar olsun değer verilmez.

Afrika denizlerinde korsan saldırılarına uğrarız, tek savunmamız üzerlerine su sıkmaktan ibarettir.

1912 yılındaki Titanic faciası, denizcilik camiasında bazı ciddi kuralların hayata girmesini sağlamıştı.

Tek dileğim, son olayda can veren Bora kardeşimizin vefatı sonrasında, böyle olayların bir daha olmasını önlemek için atılacak yeni adımların yürürlüğe sokulmasıdır.

Örneğin geçmiş yıllarda uzak yol gemilerimizde sağlık meslek lisesi mezunu  ‘Sağlık zabitleri’ vardı.

Bunlar hiç değilse gemideki acil olaylarda, kazalarda ve yaralanmalarda ilk müdahaleyi yapmayı bilen arkadaşlardı. Şimdi onlar da, bu iş için maaş ödemek istemeyen denizcilik şirketlerinin baskısıyla kaldırıldı...”

Denizcilik ve özellikle uzak yol gemiciliği, bizim hiç bilmediğimiz ve ilgi alanımız dışında kalan konular.

Ancak onların da dertli olduğu anlaşılıyor.