Adana’nın Seyhan, Yüreğir ve Karataş ovalarında bir süredir çiftçiler arasında huzursuzluk had safhada. Aslında yeni değil, belki onlarca yıla uzanan bir sorun gün geçtikçe daha içinden çıkılması güç bir hal alıyor. Özellikle de büyük çiftçiler çok huzursuz.

Köylerdeki ürün hırsızlığı olayları bir yandan, ailelerin topraklarını değerinden çok daha ucuz fiyatlarla satmaya zorlanmaları bir yandan...

Arada bir emniyet güçleri, bazı operasyonlar yapıp bazı kişileri suç örgütü kurdukları iddiasıyla gözaltına alıyor, bazıları da tutuklanıyor ama bunlar yeterli olmuyor. Demek ki bu suç örgütlerine karşı daha etkili müdahaleler gerek. Daha geçen aylarda Doğankent ve Solaklı’da bir operasyon yapıldı ve 1 yılda 3 kişinin öldürüldüğü 7 kişinin ise yaralandığı olaylara karışan ailelere operasyonlar düzenlendi. Polis bu operasyonlarda çok sayıda otomatik tüfek, tabanca ele geçirdi. Gazete haberlerinde “Ova” adındaki bu operasyonda iki ailenin, çiftçilerin arazilerine zorla el koyduğu ancak daha sonra kendi aralarında anlaşmazlığa düştüğü bu nedenle olayların çıktığı belirtiliyordu.

Bu operasyon sonra verilen bilgilerde, kötü niyetli kişilerin bazı çiftçi vatandaşların zor durumundan faydalanarak yüksek faizli borç para verdiği, daha sonra da parayı ödeyemedikleri gerekçesiyle zorla tapulu arazilerini ellerinden aldığı, senet imzalattığı, bazılarını da tehdit, baskı ve şiddetle korkutup, vatandaşa ait arazileri kendi üzerlerine geçirdikleri ileri sürülüyordu. Bunlar hep polis kaynaklı, haberlere de konu olan bilgiler.

Yani devletimiz, polisimiz, jandarmamız iş birliğiyle kapsamlı operasyonlar yapıyor fakat yeterli değil. Çünkü ova çok büyük.

Bir köyden gidip başka bir köye çöküyorlar!



Geçen günlerde Karataş yakınlarında Adana’nın önemli ailelerinden birisinin tarlasını 100 polis ve jandarma eşliğinde sürebildiğinin, ekime hazırladığının fotoğraflarını görerek tanık oldum.

İddialara göre adamlar vatandaşın 100-200 senelik tarlasını kendi malı gibi ekip biçiyormuş. Tabii ki zor kullanarak, korkutarak.

Bu tür olaylar yüzünden Adana’da köyler boşalıyor desem yeridir. Özellikle Doğankent ve Solaklı civarlarındaki köylerin nüfusları hızla azalıyor.

Bu bir tesadüf olmasa gerek.

Aileler ellerindeki tarlaları, bahçeleri ucuz ucuz elden çıkartıp, kente veya başka şehirlere göçmekte buluyorlarmış çareyi.

Köyde kalsa, “çoluk çocuğunun başı belaya girer” diye korkuyor insanlar.

Bir de son günlerde narenciye hırsızlığı olaylarının çok arttığını dinliyorum çiftçilerden.

Gece vakti, kamyonetlere doluşup 10-15 kişi bahçelere giriyorlarmış. Para eden, cins ürünlerin olduğu bahçelerden bir gecede 15-20 ton narenciye toplayıp götürüyorlarmış.

İşte bu noktada etkili bir denetimle bu olaylar çok azaltılabilir. Köy ve köylerin bağlantı yollarında sık yapılacak denetimlerde kamyon ve kamyonetlerdeki tarım ürünlerinin irsaliyesi, faturası, kime ait olduğu, belgesi vb. sorgulansa bu işi yapan narenciye hırsızları amaçlarına ulaşamazlar.

Bu operasyonlar, aramalar özellikle hasat zamanlarında gece ve gündüz sürdürülmeli. Tabii aynı zamanda bu ürünlerin toplu satılabilecekleri resmi ve korsan hallerde denetlenmeli. Belgeler, bilgiler kontrol edilmeli. Polis tedbirlerinin yanında bu denetimler de hırsızları caydırabilir çünkü o zaman mal çıkartamazlar ve satamazlar.

Ayrıca emniyetimizin suçu ve suçluları ortaya çıkartmak için bir sürü teknik takip imkanlarının da olduğunu biliyoruz. Bunlar da kullanılmalı.

Narenciye zamanı narenciye, bostan zamanı karpuz kavun hatta bazen buğday, mısır ürünlerinin çalındığı biliyoruz, duyuyoruz.

Tabii bu arada Adana çiftçi kuruluşlarına da büyük işler düşüyor.

Kendileri de varlıklı kişi ve kurumlar. Bir araya gelerek sorunlarını devletin en üst kadrolarına kadar aktarmalılar ve emniyet birimlerine ellerinden gelen bütün yardımı sonuna kadar yapmalılar.

Bugünkü sıkıntının biraz da zamanında suça karşı birleşip ne yapabiliriz diye önlem almayanların ihmalinden de kaynaklandığını düşünüyorum.

Evet, ovadaki çiftçilerin korkulu rüyası olan sorunlar çözülmeli.

Bunun için bütün kesimler ellerinden geleni yapmalı.

Devlet de kendisini sadece Karataş Yolu üzerinde trafik kontrolü yaparak değil bu tür konuları çok ayrıntılı olarak takip ederek de yapmalı.

Evet bugün koca Çukurova huzursuzdur.

Bu huzursuzluk bir an önce giderilmelidir.

BİZ YAZDIK, ADLİYE PERSONELİ ISINDI


Geçen hafta yazdığım Bölge Adliye Mahkemesi’nde kaloriferlerin yanmaması sıkıntısından sonra başsavcılık harekete geçmiş ve sorunu çözmüş. Bölge Adliye Mahkemesi Başsavcısı Sayın Sabri Beytorun’a bu duyarlılığı nedeniyle teşekkür ederim. Beni adliyeden birçok arkadaşım aradı ve teşekkürlerini bildirdi. “Mehmet Bey sağ olun, sizin sayenizde ısındık, siz yazdıktan sonra hemen kaloriferlerimiz yapıldı” dediler.

Sabri Beytorun


Ben de “Rica ederim, bizim görevimiz” dedim.

Ama şu da aklıma geldi: “Acaba neden bizim ülkemizde yetkililer böyle konuları gazeteciler yapmadan arızayı yapmaz kı?”

Ben şimdi Savcı Beyin yerinde olsan, bunun hesabını o kaloriferlerden sorumlu firmadan sorarım.

MİLLİ EĞİTİMDE MEMUR ENFLASYONU


Ben sık sık devlet dairelerine giderim, orada arkadaşlarım vardır, kendilerini ziyaret ederim veya benim bir işim olur, o yüzden giderim. Bu gezilerimden birinde Adana Milli Eğitim Müdürlüğü’ne de yolum düştü. Adana’ya gelmiş geçmiş belki bütün il milli eğitim müdürleriyle arkadaşlığım olmuştur. Makam odalarında bir sekreterleri bir de odacıları vardır. Yıllardır hep böyle gördüm. Fakat son günlerde İl Milli Eğitim Müdürü Veysel Durgun’un makamının yanlarında bir sürü masa, sandalye vardı, çok sayıda personel gördüm. Bu personel nedir, ne iş yapıyor anlayamadım. İl Milli Eğitim Müdürü’nün çok çalışkan olduğunu biliyorum. Veysel Bey acaba bu kadar personeli çalıştırıyor mu yoksa bir memur enflasyonu mu var, bilemedim!

Veysel Durgun