Rahmetli annem, babamın kısıtlı maaşıyla ay sonunu getirebilmek için mucizeler yaratırdı. Özelikle de mutfakta. Hiç bir şeyi ziyan etmezdi. Kalan yemekleri ertesi gün yeniden başka bir lezzetli yemeğe dönüştürürdü. Onun için tüm az gelirli ev kadınları gibi yaratıcıydı.

Artıkları kullanırken kitaplardaki tariflere bakmazdı. Deneyimlerine güvenerek uydururdu daha çok. En çok onun bayat ekmeklerle yaptığı yemeği severdim. Küçük parçalara böldüğü ekmekleri yağda kızartır, üstüne bol soğan, biraz salça, az miktarda kıymayla yaptığı sosu dökerdi. En üstüne de sarmısaklı yoğurt gezdirirdi.

Annem bu yemeğin adını "Şaştım Aşı" koymuştu. Yani, ne yapacağını şaşırdığı an uydurduğu yemekti bu!

Bir de Halep'te yaşayan ablasından öğrendiği bir yemek vardı ki, onu yaptığında ev buram buram sarmısak kokardı. 10 diş sarmısağı ve iki büyük soğanı ince ince kıyar, yağda biraz öldürdükten sonra bir bardak su koyar, soğanlar pişince karışımı kuru ekmek dilimlerinin üstüne dökerdi. Annem bu yemeğin adını da "Arap Uydurması" koymuştu. Halep'te kahvaltıda yenen yemeği biz akşam öğününde yerdik.

Bir de kalan ekmeklerden "Ekmek Köftesi" yapardı: Kuru ekmekleri havanda dövüp un haline getirirdi. Bu unu, yumurta, kıyma ve baharatla karıştırıp bir güzel yoğurur, yaptığı köfteleri tavada yağda kızartırdı. Ekmek bol olduğu için köfteler yumuşacık olurdu.

Evimizin nüfusu oldukça fazlaydı: Anne, baba, babaanne, hala ve üç kardeş. Az bir maaşla yedi nüfusun her gün karnını doyurmak, üstün gayret, yaratıcılık, sabır, ustalık isteyen bir işti. Rahmetli annem tüm bu yeteneklere hatta daha fazlasına sahipti.

Nüfus kalabalık olunca tencerelerin boyutu da büyük oluyordu.  Onun için annem ne kadar dikkat etse de bir miktar yemek mutlaka artıyordu. Ben en çok pilavın artmasına seviniyordum. Çünkü o pilavın, ertesi gün sofraya yoğurtlu çorba ve Kadınbudu köfte olarak konacağını biliyordum. İkisi de çok sevdiğim yemeklerin başında yer alıyordu.

Sabah kahvaltısında tabaklarda kalan peynirler, akşam sofrasında karşımıza başka bir kılıkta çıkardı. Annem peynirleri bir güzel ufalar, domates, marul ve zeytinyağı ile salata yapardı. Tabaklarda kalan zeytinlerin de çekirdeği çıkartılır, bunlardan yapılan zeytinli poğaça, annemin komşu davetlerinde çok beğenilen bir ikram haline dönüşürdü

Makarna genellikle artmazdı. Çünkü hepimizin çok sevdiği bir yemekti. Ama bazen ev halkından bazılarının işi çıkar, son dakikada yemeğe katılmazlarsa onların payına düşen ertesi güne kalırdı. Annem bu artık makarnalardan ya makarna böreği ya da makarna omleti yapardı. Omlet için makarnayı yumurta ve sütle iyice karıştırır, az yağ koyduğu tavada alt üst kızartırdı. Üstüne koyduğu peynir eriyince ortaya muhteşem bir makarna omleti çıkardı.

Artıkları değerlendiren sadece annem değildir tabii ki. Esnaf lokantalarının aşçıları da bu konuda tam bir sihirbazdır. Onlar da artık yemekleri ertesi gün öyle kılıklara sokarlar ki, neyin neden yapıldığını bir bilseniz şaşırıp kalırsınız.

Aslında, genç, yaşlı, bekar, evli herkes "artık yemek" konusunda hassas davranmalı. Bunun bir çok nedeni var: Birincisi yaşam pahalı. Satın aldığınız malzemeyi sonuna kadar kullanıp, yemek masrafınızı azaltabilirsiniz. İkincisi, bu ürünler üretilirken havaya salınan karbondioksit atmosferi yaşanmaz hale getiriyor. Eğer siz bu ürünü çöpe atarsanız, boşu boşuna karbondioksit salımına neden olmuş olursunuz.

Sözün özüne gelirsek: Artık yemekleri çöpe atmayın ki, hem keseniz hem de atmosfer zarar görmesin.