Yeni bir “fobi” öğrendim, bir yaşına daha bastım.

Öncelikle, bu fobinin yazılışının da, okunuşunun da çok zor olduğunu belirtmek isterim. İşte kanıtı: Fobinin adı “Brumotactillophobia”.

Bu da nedir derseniz, dilimin döndüğünce anlatmaya çalışayım. Bu fobiye tutsak olanlar, yemek tabaklarında, yemeklerin birbirine değmesine tahammül edemiyorlar. Yani bir yemek asla diğerine temas etmeyecek. Suyu diğerine sızmayacak. Değil birbirlerinin üstüne binmek, dirsek teması bile olmayacak.

Adını söylemek kadar anlatması da oldukça zor. Belki örneklerle konuyu biraz daha açabiliriz.

Brumotactillophobia’sı olan bir kişi, pilavının üstüne fasulye konmasına asla tahammül edemiyor. Veya patlıcan beğendinin üstüne etlerin konmasını aklının ucundan bile geçiremiyor.

Bu fobisi olanlar, lahmacunun içine soğan koyup dürüm yapamıyorlar. Hele üstünde onlarca malzemenin sarmaş dolaş olduğu bir pizzayı gördüklerinde masayı terk edip gidiyorlar.

Etin kenarındaki yağa da tahammülleri yok. O yağı temizlemeden eti yemek istemiyorlar. Yağlı bir kuzu pirzolayı düşünün. Arkadaşımız onu yağdan arındırmadan ağzına bir lokma bile koyamayacak. Zaten yağdan arındırılan pirzoladan geriye kemikten başka ne kalır ki!

Bisküviyi çaya batırıp yumuşatmak da onların kitabında yok. Veya kaymağın üstüne bal dökmek, tereyağlı ekmek dilimine reçel sürmek...

Örnekler çoğaltılabilir. Uzmanlara göre bu fobi çocukluk yıllarına dayanıyor. Tabakta birbirine değen iki yemeğin çağrıştırdığı kötü anılar bu fobiyi tetikliyor olabilir.

Bu fobisi olanlar için ne tür bir tedavi uygulandığını bilmiyorum ama bunlar için özel tabaklar üretildiğinden haberim var. Bu tabaklar üç veya dört gözlü. Her güzüne bir çeşit yemek konuyor. Aradaki ayraçlar yüzünden yemeklerin suları birbirine karışmıyor ve bir birleriyle temas etmiyorlar.

Bu okunması ve söylenmesi zor olan fobi için araştırma yaparken karşıma yemekle ilgili başka şaşırtıcı fobiler de çıktı.

Örneğin “Cibophobia”.

Anladığım kadarı ile bu fobinin pençesine düşenler, yemek yeme korkusunu yaşıyorlar. Sanırım bu fobi tüm yemekler için geçerli değil. Korkulan yemekler, fobi sahibine göre değişiklik gösterebiliyor.

Örneğin bazıları, son kullanma tarihine bir kaç gün kalan yiyecekleri asla evlerine sokmuyorlar. Özellikle de süt ve süt ürünlerini.

Bazıları da aşırı derecede kızarmış, dibi tutmuş ve islenmiş yiyecekleri görmeye tahammül edemiyorlar.

Cibophobia mağdurları, yemek istemedikleri yemeklerin, kendileri için çok zararlı olduğuna, hatta o yemekleri yedikleri zaman öleceklerine bile inanacak kadar saplantı içindeler.

Yapılan araştırmalara göre, 19 milyon Amerikalı bu fobiden muzdarip. Bu kalabalık gurup, önlerine karşı oldukları yemek çıkınca panik yaşamaya başlıyorlar, nefesleri kesiliyor ve ağızları kuruyor.

Biz de kaç kişinin bu fobinin pençesinde olduğu bilinmiyor.

Bence bu fobi sahipleri, en çok sakatat yemekleri karşısında tepki veriyorlardır. Güzelim işkembe çorbası, kokoreç, beyin salatasını görünce panik atak geçirenlere söyleyecek söz bulamıyorum!..

Bir diğer okunması ve söylenmesi zor olan takıntı da, “Mageirocphobia”. Bu fobinin eline düşenlerin de,  yemek yapmak konusunda bir takım sorunları var. Bunlardan bazıları, evlerine çağırdıkları konu komşuya yemek yapmaya korkuyorlar. Bazıları ise yemekten her hangi bir hastalık kapmaktan çekiniyorlar.

Bir bölümü ise malzemeleri yan yana getirememe korkusunu yaşıyorlar. Kimilerinin korkusu ise yemeği yakmak veya altını tutturmak. Böyleleri yemek pişinceye kadar tencerenin başından bir saniye olsun ayrılmıyorlar.

Bu fobinin kapsamı oldukça geniş. Kimi elinini kesmekten, kimi çılbır yapmaktan, kimi yemeğin tabakta çirkin görüneceğinden, kimisi yumurta çırpmaktan aşırı derecede korkuyor.

Bu tür garip fobilere nedense hep zor isimler koyuyorlar.

İşte onlardan biri daha: “Deipnaphobia”.

Bu fobi oldukça garip. Çünkü sadece akşam yemeklerinde, masa başı sohbet etmekten, kalabalıklardan gelen uğultulardan, masa arkadaşı ile sağdan soldan konuşmaktan korkuyorlar. Genellikle midelerine kramp giriyor, bulantı başlıyor ve tuvalette zor yetişiyorlar. Tabii yemek hem kendilerine hem de yanındakilere zehir oluyor.

“Acerophobia”nın pençesine düşenler ise limon gibi ekşi şeyler yemekten korkuyorlar. Yani ekşi elma, can eriği, vişne, greyfurt, limon, koruk ekşisi, sumak, nar ekşisi ve ekşi portakal onlara göre değil. Böyleleri yanlışlıkla ağızlarına ekşi bir şey değince nefes nefese kalıyorlar, hatta nefes almakta zorlanıyorlar, ağızları kuruyor.

Limonu görünce aksine benim ağzı su ile dolar. Demek böyle bir takıntım yok.

Sözün özüne gelirsek: Dünya çeşitli takıntılarla dolu. Siz siz olun kafanıza hiç bir şey takmadan yaşamın keyfini çıkartın.