Bazı yiyecekler vardır ki, şehirlerin simgesi olmuşlardır. Adları söylendiğinde hemen o kent insanın aklına gelir.

Örneğin kebap hemen Adana’yı çağrıştırır. Çiğköfte dediğinizde Urfa hatırlanır. Tahinli piyaz Antalya’yı, tantuni Mersin’i, baklava Gaziantep’i, pastırma Kayseri’yi, etli ekmek Konya’yı, İskender kebap Bursa’yı anımsatır.

Örnekleri daha da uzatmak mümkün.

Geçen hafta Adapazarı’na gittim. Niyetim bu kentin yemeklerinin tadına bakmaktı.

Adapazarı deyince de insanın aklına hemen Islama Köfte geliyor. Bu kenti bir tek yemekle anmak büyük haksızlık.

Kafkasya’dan, Balkanlar’dan ve Doğu Karadeniz’den göç alan bu kenttin mutfağında 400 çeşit yemeğin olduğu söyleniyor.

Abhaz Pastası, keşkek, Haçaburi, ceviz yağı ile yapılan çerkez tavuğu, mısır çorbası, kurutulmuş fasulye çorbası, bulgurlu et kapama, Boşnak böreği ve köftesi...

Hepsini sayması zor. Bunlar benim favorilerim.

Boşnak böreği dışındakileri lokantalarda bulup, tatmak zor. Göçmen yemekleri daha çok evlerde yapılıyor. Ama bazı köylerde faaliyet gösteren işletmeler, müşterilere bu yemekleri sunuyorlar. Bunların sayıları da fazla değil.

Ben de bu gezimde her zaman olduğu gibi odak noktasına ıslama köfteyi koydum.

Bu köfte, kökleri Girit’e dayalı yoksul yemeği. Kasaptan alınan kemiklerin üstünde kalmış az miktarda et sıyrılıyor. Bundan köfte yapılıyor. Kemikler kaynatılıp, çıkan su toz biberle karıştırılıyor. Yine kalan kuru ekmekler bu biberli suyla ıslatılıp yumuşatılıyor. Üstlerine ise ızgarada pişirilen köfteler konuyor.

İşin aslı böyle.

Şimdi yapılanın da bundan bir farkı yok. Sadece köfte, kemikten sıyrılan etle yapılmıyor.

Islama köfte için Adapazarı’ndaki doğru adreslerden biri bence, “Meşhur Köfteci Mustafa”dır. 1912 yılından beri bu köfteyi yapan mekanı şimdi dördüncü kuşak işletiyor. Ustaları ve garsonları neredeyse 15 yıldan beri tanıyorum. Hepsi eşinin ehli insanlar.

Mustafa’nın köftesi kadar şırası da meşhur. Kilis’in ünlü kara üzümünden yapılıyormuş. Şıra bir süre meşe fıçılarda mayalanmaya bırakılıyormuş. Tatlısı ağır basan mayhoş bir tadı var. Damağa sıvazlanan köfte yağını süpürüp götürüyor.

İçtiğim en lezzetli şıralardan biri olduğunu söyleyebilirim.

Ayrıca bu şıralardan yapılan sirke de piyaza ayrı bir lezzet katıyor.

Bilirsiniz, Türkiye’nin en lezzetli kabakları Adapazarı’nda yetişir. Bu kabaklardan yapılan tatlının tadına doyum olmaz. Hele kireç kaymağında bekletilmişse dışı kıtır kıtır, içi ise yumuşacık olur. Bazıları bu güzelim tatlının üstüne tahin döküyorlar. Tahin, baskın tadıyla kabağın lezzetini örtüyor. Ben böylesini sevmiyorum. Benim için üstünde ya ceviz kırıntısı olacak ya da manda kaymağı.

Mustafa’daki tatlıya kaymak eşlik ediyordu, çok sevdim.

Adapazarı’nda dikkatimi çeken yiyeceklerden biri de Cağ Kebabı oldu. Erzurum ve Artvin’den göç edenlerin sayısı arttıkça, bu kebabı yapanların sayısı da çoğalmış.

Cağ Kebabı sanki gözünü ıslama köfteye dikmiş gibi.

Ben bu kebabın tadına, 25 yıllık Polatlar Kebap Salonu’nda baktım. Kebap, Balıkesir kuzularından yapılıyormuş. Kömür çok harlı olduğu için bazı parçalar yanmıştı. Ama yine de lezzetliydi.

Adapazarı yeme içme konusunda giderek canlanıyor. Her gün yeni bir lezzet durağı açılıyor. Son olarak açılan Aystown, önemli bir yaşam merkezi olmaya aday.

Aystown’da bir çok lezzet durağı var. Kimi kahveci, kimi dondurmacı, kimi tatlıcı, kimi hamburgerci. Ben Yegane adlı mekanda lezzetli kebapların, Apetit adlı mekanda da makarna ve pizzaların tadına baktım.

Sözün özüne gelirsek, Adapazarı’ndaki lezzet turum yarım kaldı. Bir dahaki sefere Kafkas Mutfağı’nın peşine düşeceğim.