Değerli Okurlar, oturdum masanın başına, madde madde sıraladığım gündem konularına bakıyorum. Onu yazsam öbürü kalacak, öbürünü yazsam niye diğerini eklemedim diye hayıflanacağım. Ama işin kötüsü artık içim de biraz kararmadı değil. Ne etraftaki acımasızlığa tahammülüm kaldı, ne de çamur at izi kalsın, tutarsa işimize yarar zihniyetine. Böyle zamanlarda kendi içimde eskilere gitmek huzur verir bana. Anılarımın arasında gezinir, gönlümü dinlendiririm. Ben de düşündüm ki, hazır hepimiz bu kasvetli ruh hali içindeyken, hem de Ramazan Bayramı gelmişken, okuduğum, kimin yazdığını bilmediğim güzel bir alıntı hikayeyi paylaşayım sizlerle. Hem bayramızı kutluyor, hem Bayramınızı kutlarken, bayram şekeri olsun benden sizlere… Hikaye benim çok hoşuma gitti. Umarım sizlerin de hoşuna gider.

“Ahmet Rasim dergi mi çıkarıyordur, kitap mı yazıyordur, gazetedeki işinin başında mıdır kalkmadan çalışır, gün boyu yazının başına dolanırdı. Akşama kadar yazıyla kendinden geçen Ahmet Rasim vakt-i kerahate erince çalışma masasından kalkıp dirseklerini meyhane masalarına yaslamaya giderdi.
Giderdi gitmesine ya yazıyla meyhane arasında hayatın demini tutan üstat, eşi Sadberk Hanım’ı da evini de ihmal ederdi. Kimi zaman aylarca gitmediği olurdu evine...
Neden sonra günlerden bir gün, belki aylar sonra evin yolunu bulup kirden yağ bağlamış elbiseleriyle eve vardığında her zamanki müşfik tavırlarıyla karşıladı Sadberk Hanım eşini. Hamamı yaktı, kirlilerini yıkayıp ütüledi, yemek yedirdi Ahmet Rasim’e. Meyhanenin tahta sedirlerinde yatıp kalkmaktan perişan olan üstat kendine gelir gibi oldu Bakırköy’deki evinde.
Elbette çevresinde kendi gibi yaşayan insanlar da vardı üstadın. Aynanın karşısına geçip üstüne başına çeki düzen verdi ve seslendi Sadberk Hanıma: “Yolda gelirken Selami Paşa’ya tesadüf ettim, Miltiyadi Gazinosu’na çağırdı beni, bekliyor.” Aylardır eşinin yüzünü görmeyen Sadberk Hanım kapıya kadar yolcu etti eşini, güler yüzlü, sitemsiz. Rasim çıkacağı sırada tebessümle ve hatta biraz mahcup seslendi kadın: “Bey sakın geç kalmayınız bu akşam erken geliniz.”
Evden çıkıp Bakırköy sahiline geldiğinde şarkının da doğum sancıları gelmişti, “Sakın geç kalma erken gel”. Eşinin söylediklerinden duygulanan Ahmet Rasim, Miltiyadi Gazinosu’nda Selami Paşa ile görüşüp rakı masasına çöktüğünde ona şöyle dedi: “Evden çıkarken refikam bana tembih etti. ‘Geç kalma erken gel’ dedi, ben de buraya gelene kadar bunu bir kıta haline getirdim, besteledim.”
Masaların boyu uzadı, rakıdan ilk yudumlar alındı, su içip göğe bakıldı, çatalın ucuyla tırtıklandı mezeler. Ahmet Rasim bir yandan da ellerini dizine vurup usul tutuyordu şarkı için. Şarkıyı ilk defa Miltiyadi Gazinosu’nda, akşamın geceye evrildiği saatlerde okudu üstat kalın sesiyle.
Bir zaman sonra ekibe, Tateos Enserciyan’dan uyarlanmış adıyla, dönemin büyük müzik insanlarından Tatyos Efendi de katıldı. Nihayet ses buldu şarkı.
Ahmet Rasim, Selami Paşa ve Tatyos Efendi güfteden besteye dökülen şarkıyı sabahın ilk ışıklarına kadar çalıp söylediler.
“Bu akşam gün batarken gel

Sakın geç kalma erken gel

Tahammül kalmadı artık

Sakın geç kalma erken gel

Cefa etme bana mahım

Sonra tutar seni ahım

Üzme beni şivekârım

Sakın geç kalma erken gel”

SON SÖZÜM AYDINLIK GÜNLERE; SAKIN GEÇ KALMA ERKEN GEL…