İnsan ana babadan doğan herkes; insan mı oluyor?
Başka bir canlıya sırf keyfi için eziyet edip, onu öldürebilen kişiye sırf DNA’sı dolayısıyla insan mı diyeceğiz?
İnsan sıfatını alabilmek için tabii ki, melek olmak gerekmiyor. İnsan olmak hem kötüyü hem de iyiyi içinde barındırıyor.
Ama iyiliğin olduğu kadar kötülüğün de bir sınırı olması gerek.
İnsan denilen yaratık zaaflarıyla var elbet, ama ‘insan olmak’ dediğimiz şey bu zaaflarla verdiğimiz savaş değil midir?
Mesela ben; yolda yürürken karşısına çıkan zararsız bir kediye durup dururken tekme atan birine insan demek istemiyorum, diyemiyorum zaten.
Küçük bir çocuğa tacizde bulunup, onun hayatını karartanlara insan değil yaratık derken bile onları gerçekte tarif edecek başka isimler, sıfatlar arıyorum…

*  *  *


Bazıları ‘İnsanı insan yapan ahlaktır’ diyor.
Doğru ama ucu o kadar açık ki… Ahlak dediğin şey de toplumdan topluma değişiyor. Size ahlaksız gelen bir davranış bir başkasının özgürlüğü olabiliyor.
Mesela; kendini bilmezin biri çıkıp ‘Sokakta sigara içen kadın ucuzdur’ diyebiliyor.
Kendisini ahlak bekçisi ilan ediyor. Ya da ‘Bazı tesettürlü kadınlara bakıyorum; dudaklarında ruj, gözler sürmeli, koku yoğun, dapdaracık kıyafetler… tesettür bu olamaz! Bu şekilde Müslüman değil ancak ‘Süslüman’ olurlar…’ diyerek haddini kat be kat aşarak hiç utanmadan Müslümanlığı tekeline alıp insanları yargılayabiliyor!

*  *  *

Bir de ‘erdem’ diye bir kelime var.
Bu kavram da felsefe var olduğundan beri tartışılan bir konudur.
Ünlü düşünür Platon erdemi bilgi olarak tanımlar. Ona göre ancak bilgi sahibi olan erdem sahibi olur.
Nietzsche ‘Erdem insanın insan üstüne ulaşmak için harcadığı çabadır’ der.
Sözlük anlamı ‘Ahlakın övdüğü ve ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk, dürüstlük, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçakgönüllülük gibi niteliklerin ortak adı.’
Küçüklüğümü hatırlıyorum… Büyüklere saygılı davranmak, dürüst olmak, yalan söylememek, doğruyu savunmak, adil olmak, yardımlaşmak, kalp kırmamak, iyi insan olmak çok önemli diye öğretildi bize.
Bu değerleri ne zaman kaybettik? Nasıl değiştiklerinin farkına varamadık?
Bir gecede olmadı tabii… Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra oldu.
Görgüsüzlük-fazilet; karşıdakine çemkirme, saygısızlık-dürüstlük haline geldi.
Artık insanlar çıkar için başkalarına yapılan haksızlığı ayıp olarak değil, hedefe giden yol olarak görüyor. Herkes ‘Sonuca bak’ diyor. ‘Kazanan kim?’ Artık sadece kazanmak önemli, ona giden her yol ise mubah!

*  *  *

Sözün kısası biz utanmayı unuttuk!
Elif Şafak’ın söylediği gibi ‘Sizi bilmem ama ben pişmanlık duyan, utanabilen
insanları seviyorum. Pişkinlik ne kadar ucuzsa utanabilmek o kadar değerlidir.’
Doğru söze ne denir! Çok güzel özetlemiş.
Etrafımız yalancı, pişkin, utanmaz insanlarla dolmuş. Vicdansızlara, yalakalara gün doğmuş. Yalan dolan yeni düzen olmuş.
Cenneti satan mı istersiniz, ahirete tapu koyan mı? Kraldan çok kralcılar yaranmak için ne yapacaklarını şaşırmışlar. Bunların farkında olup, kendilerine zarar gelmesin diye ses çıkarmadan her şeye göz yumanların da onlardan hiç farkı yok.

Utanmayı unutmuşuz.

*  *  *

Bir seçim yapıldı…
Sonucu belli ama açıklanamıyor… Yalanlar… Hileler… Algı operasyonları… Gerçeği bilenler susuyor… Konuşması gereken makamlar sessiz; olana bitene göz yumuyor!
Erdemli ve haysiyetli insan olmanın unutulduğu bir ülkede geldiğimiz yer burası işte!
Bugün vatan gerçek bir sorunla karşı karşıyadır.
Utanmaz bir şekilde yalanları haykıranlar, yarın her şey değişsin yine utanmadan gelip el yalayacak, etek öpecekler. Yapacak bir şey yok; onları düzeltemeyiz… Bir nesil kaybettik, ama gelecek bizim olmalı.
Toplumumuzun bir an önce kaybettiği değerleri geri kazanması gerekmekte.
Yeni nesile dürüstlüğü, adaleti, saygıyı, her şeyden önemlisi de utanmayı öğretmek ilk vazifemiz olmalı.