Bakanlar Kurulu, Başbakan Süleyman Demirel’in başkanlığında toplandığında gergin bir hava vardı. Toplantıya girmeden önce Urfa Valisi aramış, “Asker gelmeden burada kan durmaz” demişti. Demirel, Özel Kalem Müdürü’ne, “Bana Nurettin Ersin Paşa’yı bağlayın” dedi.

11 Eylül saat 17.00 civarıydı. Başbakan Süleyman Demirel, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin’e “Sayın Komutanım, Siverek’e asker gidecekti ne oldu?” diye sordu. Ersin Paşa, çok dikkatli konuşuyordu. “Hepsi hazır. Efendim birkaç gün zarfında gidecek” dedi. Orgeneral Ersin, bu konuşmayı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’e bildirdi. Aralarında, “Demirel bir şeyler mi öğrendi?” diye yorum yaptılar. Artık, haber almış olsa bile çok geçti.

DEVLETİ KURTARAMAYACAĞIZ

TBMM’de, Maliye Bakanı İsmet Sezgin ile Enerji Bakanı Esat Kıratlıoğlu ile ilgili gensoru görüşmeleri vardı. AP Genel Sekreteri Nahit Menteşe TBMM’de MSP grubunu bölmeye çalışıyordu. O gün TBMM’de de bir gariplik vardı. Nahit Menteşe’nin, duyduklarını Demirel’e aktarması gerekiyordu.

Nahit Menteşe, “Efendim İsmet’i ve Esat’ı kurtaracağız ama galiba devleti kurtaramayacağız” dedi.

Evine geldiğinde, Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışan kızı Gülenay, “Baba, bu gece ihtilal olacakmış doğru mu?” diye sordu. Menteşe, “Nereden çıkarıyorlar böyle şeyleri anlamadım” karşılığını verdi.

General Hayri Ündül evine erken gelirdi. Menteşe, yakın dostu Ündül’ün evini aradı. Paşa henüz gelmemişti. Ardından Tabip Albay Rıza Dikmen’i aradı. Albay ve eşi az sonra Menteşe’lerin evine geldiler. O gece Menteşe ve Dikmen, Fransız konyağı içiyorlardı. Albay, ülkenin içinde bulunduğu durumun yarattığı rahatsızlığı anlattı, ancak ihtilal olacağına ilişkin bir ip ucu vermedi.

SIKIYÖNETİM’DE KOKTEYL

İçişleri Bakanı Orhan Eren, Ankara’nın yeni Emniyet Müdürü’ne çok güveniyordu. Günde 3-4 kez telefonla konuşuyorlardı. O gün Emniyet Müdürü Ünal Erkan, İçişleri Bakanı Orhan Eren’e telefon etti. Komutanın geldiğini, personel ve araç konusunda bilgi istediğini, belirtti, “Ortalıkta dolaşan laflara bakılırsa bu işin artık eli kulağında. Hava bana göre öyle” dedi.

Telefonda uzun bir sessizlik oldu. Ünal Erkan telefonun hattı kesildi sandı. “Alo, Sayın Bakanım” dedi. Karşıdan, “Ünal bunu şimdi nereden çıkardın?” diye sordu. Erkan, havayı yarı şaka yarı ciddi bir biçimde söyledi. Erkan’ın gözü, masasının üzerinde duran Sıkıyönetim Komutanı Ergun’un kokteyl davetiyesine takıldı.

- Recep Paşa, bize kokteyl verecek. Akşam saat 20.00’de müdür yardımcıları, şube müdürleri ve yardımcılarıyla birlikte Mamak’ta olacağız.

“ATATÜRK ÇİZMELERİ GİYERDİ”

Emniyet Müdürü Ünal Erkan, yardımcısı Ali Akan, Siyasi Şube Müdürü Haluk Bahçekapılı, Trafik Şube Müdürü Barbaros Aydın, Asayiş Şube Müdürü Tahsin Gürdal, Personel Şube Müdürü Hayati Uyar komutanlarla sohbet ediyordu.

Personel Şube Müdürü Hayati Uyar, olaylara isyan ediyor, “Vallahi Atatürk yaşasaydı çizmelerini giyer bu olaylara hemen müdahale ederdi. Nedir bu insanların çektiği” diye söylendi. Bazıları, “İçki içmeyen Hayati bu gece içki içip sarhoş mu oldu?” diye düşündü. Bazı emniyetçiler konuyu değiştirmek istedi. TBMM’de Cumhurbaşkanlığı seçim turlarında Ajda Pekkan’a oy çıkmasına herkesin şaşırdığını belirten bir müdür, “kadının sesi güzel, kendi güzel, niye oy vermesin” diyordu.

Saat tam 02.55’de Korgeneral Recep Ergun geldi. Daha önce üzerinde günlük üniforması bulunurken, dönüşünde eğitim elbiselerini giymişti. Doğruca kürsüye çıktı ve ilk sözü şöyle oldu:

- Türkiye için hayırlı uğurlu olsun.

Paşa, ihtilalin gerekçelerini elindeki kağıda  bakıp okuyordu. Emniyet Müdürü Erkan’a, baktı. Erkan ile diğer polis müdürleri sözleşmiş gibi aynı anda, “vatan sağ olsun” dediler.

“BEYEFENDİ, SİZİ ÇANAKKALE’YE GÖTÜRECEKLER”

Nahit Menteşe, Demirel’e ulaşmak, havayı bildirmek için telefon ediyor ama Demirel’in telefonunu bir türlü düşüremiyordu. “Telefon arızalı” diye düşündü. Ahizeyi kapattı. Telefon çaldı. Arayan Ankara Sıkıyönetim eski Komutanı Korgeneral Nihat Özer’di. Menteşe’ye şunları söyledi:

“Sayın Menteşe, biri karacı, diğeri denizci iki albay sizi almaya gelecek. Genelkurmay’a teşriflerinizi rica ediyoruz.”

İki albay, Menteşe’nin bulunduğu dairenin kapısını çaldı. Son derece saygılıydılar. Denizci albay “Hayri Ündül Paşamın hürmetleri var” dedi. Menteşe, “acelemiz yoksa buyurun birer çay içelim” diye komutanları evine davet etti. Teşekkür ettiler. Menteşe ile bir albay otomobilin arka koltuğuna oturdu.

Demirel, hayatının en zor gecelerinden birisini yaşıyordu. Birden kapı açıldı. Nahit Menteşe girdi. Söze, “Şimdi Genelkurmay Başkanlığı’ndan geliyorum” diye başladı. Menteşe, bu sözlerinin ardından sustu. Odayı yeniden derin bir sessizlik kapladı... Menteşe devam etti:

“Ordu bu gece yönetime el koydu. Beni çağırdılar Genelkurmay’a, gittim. Size yakınlığımı bildikleri için benden rica ettiler, git bunu Sayın Başbakan’a söyle. Ama sizi burada tutmak istemiyorlar, Çanakkale’ye götürecekler; Gelibolu’ya. Hanımefendi gelmek isterse onu da alabileceksiniz.”

DEMİREL DUYGULANMIŞTI NAZMİYE HANIMA SARILDI

Demirel, Nazmiye Hanım’ın bulunduğu kata Nahit Menteşe ile birlikte çıktı. Süleyman Demirel, eşine ihtilal olduğunu, kendisinin Çanakkale’ye götürüleceğini, endişe edecek bir durumun olmadığını söyledi. Nazmiye Demirel, sanki ihtilal olacağını önceden bekliyormuş gibi bu sözleri son derece soğukkanlılıkla dinledi.

Nazmiye Hanım’ın gözleri doldu. Ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Sesi titreyerek “Seni yalnız bırakmam. Sen neredeysen ben de orada olurum” dedi. Bu sözler Demirel’i de duygulandırdı. Ona bir kez daha ”Merak edecek bir şey yok. Gelme” dedi. Süleyman Demirel, eşinin gelmemesi için ısrar etmesinin nedeni, 1960 ihtilalinde yaşanan bazı çirkinlikleri hatırlamasıydı. “Ne olur ne olmaz sen gelme” diye yineledi. Nazmiye Demirel, o kritik ve zor gece Demirel’in “gelme sözlerine”, “hayır geleceğim” diye karşılık veriyordu. Demirel, bir an eşine sarıldı. Öylece kalakaldılar.

Demirel, eşine “Haydi öyleyse yola çıkmak için bir valiz hazırla. Şimdi almaya gelirler” dedi. Nazmiye Hanım aşağıya inerken, Demirel sabah ezanını duydu. İçine bir ferahlık geldi, “hayırlı olsun” diyebildi...12 Eylül 1980’de uzun ve bilinmeyen bir yolculuğa Nazmiye Hanım’la el ele yürüyorlardı.