Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya ziyaretinde, Putin tarafından gündeme getirilen, Türkiye ile Suriye arasında terörle mücadeleyi öngören, 1998 tarihinde imzalanan “Adana Mutabakatı”nın imza aşamasından önce neler yaşandığını, dönemin Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’den dinlemiş, pazar günü bir bölümünü bu köşenin okurlarına aktarmıştım.

Doğan Kitap’tan çıkan “Apo Olayının Perde Arkası” kitabımdan ayrıntıları bugün de aktarıyorum. Geçmişte düzenli yapılan toplantılar, Suriye’nin her seferinde aynı şeyleri söylemesi nedeniyle yaklaşık üç yıldır yapılmıyordu. Türk heyetine Büyükelçi Uğur Ziyal başkanlık ediyordu. İlk kez böyle bir toplantıda, Türkiye “aba altından sopa” gösteriyordu. Suriye heyetine başkanlık eden General Hassan ne diyeceğini bilemiyordu.

TUTUKLANDI, TUTUKLANMADI  

Toplantıların 3 yıldır yapılmamasının olayların bu hale gelmesinde etkili olduğunu belirten General Hassan, “Biz de sınırlarımıza hakim değiliz. PKK’ya sıcak bakmıyoruz. Bugüne kadar 600 civarında PKK’lıyı tutukladık. Abdullah Öcalan, ülkemizde bulunmuyor. Ancak Lübnan’da olabilir. Sınır kapılarımıza bu kişinin ülkeye girmek istemesi halinde tutuklanması yönünde talimat verdik” dedi.

Sözü yeniden Büyükelçi Uğur Ziyal aldı. Büyükelçi “Geçmişi tartışmayalım. Bu işi yıllarca savsakladınız. Yoksa bu noktaya gelinmezdi. Şimdi sizlerden somut cevaplar bekliyoruz” dedi. Türk heyetinde bulunanlar da başlarıyla bu sözleri onaylıyordu. Kritik bir noktaya gelinmişti.

Sabah kahvaltısında heyetlerin ayrı masalarda oturması dikkat çekti. Heyetler, az sonra başlayacak yeni toplantı için aralarında kritik yapıyorlardı. Toplantıya geçildiğinde Suriyeli general, Abdullah Öcalan’ın Suriye’ye gelmesi halinde tutuklanacağını belirtti. Tutuklanan PKK’lıların listesini Türk heyetine uzattı. Türk heyeti, kendilerine verilen bilginin doğru olmadığını belirtiyor, Suriye heyeti ise tutuklamaların gerçek olduğunu söylüyordu. Toplantı “tutukladık”, “tutuklamadık” tartışmasına dönüşüyordu.

KOMUTAN MASAYI YUMRUKLADI

Türk heyeti, ısrarla konuyu Abdullah Öcalan’a getiriyor, Suriye heyeti ise önceki toplantılarda olduğu gibi yine “Apo ülkemizde yok” diyordu. Toplantıda bulunan bir komutan masaya sert bir yumruk indirdi, “Yıllardır aynı şeyi söylüyorsunuz” diye bağırdı ve salondan söylenerek ayrıldı. Gerginlik doruk noktaya çıkmıştı. Suriye heyeti masadan evrakları toplamaya başladı. Görüşmeler kesilmişti.

Suriye heyeti, Suriye’deki bazı makamlarla telefonla görüşüyor, Türkiye’nin kararlı tutumunu bildiriyordu. Aradan 1.5 saat geçmişti. Suriye heyeti Başkanı General Hassan, yeniden toplantı istedi.

Toplantı bu kez daha sıcak başlamıştı. Bu konuda nasıl bir mekanizma kurulması gerektiği üzerinde duruluyordu. Suriye, iki ülke yetkilileri arasında telefon trafiğinin yoğunlaştırılmasını önerirken, Türk heyeti “Hayır karşılıklı olarak istihbaratçı atayalım” diyor, yerinde araştırma yapılması için mihmandar görevlendirilmesi için ısrar ediyordu. Türkiye’nin bu talebini Suriye heyeti kesinlikle benimsemiyordu. Toplantı yine gerilmeye başladı. Suriye heyeti  Şam’la temas kurmak için bir “ara” istedi. Suriye heyetinin telefon konuşması yaklaşık bir saat sürdü. Toplantıya yeniden girdiklerinde havaları değişmişti. Yeni bir talimat aldıkları belli oluyordu.

Görüşmeler sonucu tarihe “Adana Mutabakatı” olarak geçen belge 20 Ekim 1998 tarihinde imzalandı. Bu belgenin özü, terörle mücadelede iki ülkenin ortak hareket etmesini ve diyalog içinde bulunmasını öngüyordu. Belgenin önemi nihayet hatırlandı.

“GÖRÜŞMELER BAŞLASIN”

“Adana Mutabakatı”nın önemini emekli diplomat CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz’e sordum. Tahran Zirvesi’nin yapıldığı 7 Eylül 2018’de, Adana Mutabakatı’nı hatırlatıp yaptıkları çağrıyı şöyle anlattı:

“Adana Mutabakatı’nı yeni keşfeden AKP iktidarını, bu mutabakatın gereklerini yerine getirmek için derhal Suriye ile doğrudan temas kurmaya çağırıyor, mutabakatta işaret edildiği üzere terörle mücadele konusunda ‘karşılıklılık ilkesi çerçevesinde’ Suriye ile iş birliği yapması gerektiğini hatırlatıyoruz.”

Hatırlatayım, o belge doğrudan Suriye yönetimiyle teması öngörüyor. Diyalog olmadan sorunu çözmek de mümkün görünmüyor.